Troya: Bir Anadolu Destanı, Bir Anadolu Medeniyeti

Troya:Bir Anadolu Destanıı,Bir Anadolu Medeniyeti

Tarihi Kente Yol Alırken

Bayram tatili süresini bir kültür gezisine dönüştürmek amacıyla İstanbul'dan yola çıktık. Aylardan Haziran, havalar yavaş yavaş ısınıyor. Yol arkadaşım İdilcik, meraklı bakışlarla kucağımdaki haritayı inceliyor. Çanakkale sınırlarına yaklaştıkça heyecanım katlanıyor. Önce rüzgarlar karşılıyor bizi... Serin, sert, kendinden emin rüzgarlar.

Homeros'un “Kutsal İlion” diyerek destanlaştırdığı, bugün de sihrini koruduğuna inandığım kente varmak için sabırsızlanıyorum. Arkeoloji, edebiyat, tarih ve Anadolu burada yeniden yüceliyor sanki. Troya eşsiz bir Anadolu destanı... Troya yıkılmaz bir Anadolu uygarlık merkezi...

Anadolulu olmaktan, bu topraklarda büyümekten gurur duyuyorum. Kültürel mirasımıza yaptığım her yolculuk bana tarif edilemez bir yaşam enerjisi yüklüyor. Aklımdan geçenleri öyle güzel yazmış ki Sabahattin Eyüboğlu 1956 yılında kaleme aldığı Bizim Anadolu adlı denemesinde, sözü minnetle ona bırakıyorum: “Bu memleket bizim olduğu için bizim, fethettiğimiz için değil. Biz bu toprakları yoğurmuşuz, bu topraklar da bizi. Onun için en eskiden en yeniye ne varsa yurdumuzda öz malımızdır bizim. Halkımızın tarihi Anadolu'nun tarihidir. Mayamızda en ağır basan, bu medeniyetler beşiği Anadolu'dur.”

 

Destandan Gerçekliğe...

Asya ve Avrupa kıtaları ile Ege ve Akdeniz arasındaki stratejik konumu nedeniyle Troya'nın tarihinde bir çok yangınlar, depremler, savaşlar ve yıkım yazılıdır. Tam dokuz kere yıkılıp, dokuz kere yeniden kurulan bir yerleşim alanından söz ediyoruz. Efsanelerin hazin bir mutsuzlukla sonlandırdığı hikayeler, sizce de, bu topraklarda dünyaya gelmiş yetenekli bir şaire esin kaynağı olarak, sonunda büyük bir mutluluğa yelken açmamış mıdır? Evet, “Troya ölmezliğini Homeros'a borçludur!" (A.Erhat, Mavi Anadolu) İstediğiniz dilde, istediğiniz kadar kaynak araştırması yapın. Varacağınız yegane sonuç şu:  İlyada bir Anadolu destanıdır!

Ancak ilginçtir ki, destan Alman kökenli bir Homeros hayranı tarafından yeniden gerçeklik sahnesine taşınmıştır. 1873 yılında, dizelerin izini sürerek Anadolu'ya gelen ve alanda ilk kazıları gerçekleştiren kişinin bu çılgın merakını dönemin gündemi açıklamaktadır diye düşünüyorum: 19.yy sonlarında filoloji biliminde Homeros destanlarına karşı şüpheci yaklaşım hakim olmaya başlamıştı. Destanın tek bir şaire ait olmadığını düşünenlerle, farklı şairlerin ayrı ayrı zamanlarda kaleme aldıkları şarkılardan ibaret olduğunu ileri sürenler arasında yoğun bir tartışma sürmekteydi. Görünen o ki, Homeros'un anlattıklarına uyan Troya'nın ortaya çıkarılması görevini Heinrich Schliemann üstlendi. Şehrin ikinci tabakasına ait olan hazineyi(Priamos'un hazinesi olduğunu sanmıştı ancak alt döneme ait olduğu sonradan kanıtlandı) Berlin'e taşıdı ve bundan sonraki süreci başlatmış oldu. Peki, Troya Savaşı gerçekten yaşanmış mıydı? Bu sorunun o günden bugüne değişen cevabının vardığı noktada “savaşın, hatta savaşların gerçek olduğu” görüşleri çeşitli kanıtlarla güçlenmektedir.

 

Yıl 2019... Troya hakkında süregelen pek çok sorunun cevabı olacak nitelikte üç ayrı alandan somut verilere sahibiz:

  • Edebiyat : Homeros'un İlyada ve Odysseia Destanları
  • Tarih : Hitit yazılı metinleri
  • Arkeoloji : Hisarlık Tepe kazı sonuçları

 

1995 yılında ele geçen Luwice bir mühür, Troya'nın Hitit belgelerinde sözü edilen ancak yeri henüz bulunamayan Wilusa kenti olduğunu ortaya koymuştur. Bu gelişme, kentin kurucularının dışarıdan gelmediğinin, yani bizzat Anadolulu olduklarının kanıtıdır. Troya Luwi kültürünün bir parçasıdır.

Anadolu'da, Eski Hitit Devleti'nin bir güç olarak sahne almaya hazırlandığı dönemlerde, küçük beylikler halinde yaşayan ve farklı dilleri konuşan birçok halk yaşamaktaydı: Hattiler, Luwiler, Palalar ve Huriler olarak sıralanabilir. Hitit yerleşimlerinde bulunan yazılı belgeler, Anadolu'da aynı dönemde (M.Ö 1800'ler) Hint-Avrupa dillerinin en eskisi Hititçe'den başka, yine aynı dil grubuna ait Luwi ve Pala dillerinin, ayrıca Hurrice, Hattice ve Akadca'nın yazı dili olarak kullanıldığını göstermektedir (Anadolu Arkeolojisi, Anadolu Üniversitesi Yayınları). Hititler, kaya anıtları gibi büyük anıtlarda ve mühürlerinde Luwi dilindeki hiyeraoglif yazısını (bu dil Mısır hiyeroglifinden tamamen farklıdır) kullanmayı tercih etmişlerdir.

M.Ö 3000'lerden M.Ö 1000'lere dek, Ege'de büyük bir güç olarak varlık gösteren Hisarlık Tepe yerleşmesi, Hitit metinlerinde adı geçen Wilusa ya da Tarwisa ile aynı yerdir. M.Ö 1400'lerden itibaren bu kent ile ilgili destanlar söylenegelmiştir (Arkeolojinin Destanı Troia, Atlas Dergisi armağanı kitapçık). Ancak Troya, ölümsüzlüğünü, sözel gelenekle kendisine ulaşan bu destanı yazıya geçiren Homeros ile kazanmıştır. Bu destanın zaman içinde yeniden yeniden kopyalanarak günümüze ulaştığı kabul edilmektedir.

 

Tarihe İz Bırakan Bir Uygarlık Merkezi

3 bin yıl boyunca yerleşim merkezi olmayı sürdüren Troya'yı özel kılan bir diğer başlık ise üst üste kentler ve tabakalardan oluşan yapısıdır. Her seferinde eski kentin üzerine yenisinin kurulmasıyla alanda, yüksekliği 16 metreyi aşan bir kültür höyüğü meydana gelmiştir. Şimdiye kadar gerçekleştirilen kazılarda, aşağıdan yukarıya doğru farklı 10 ana yerleşim (kent) ve yüzlerce yapım evresi saptanmıştır. İlk kurulduğunda deniz kenarında olan yerleşim, iki nehrin (Karamenderes ve Dümrek Çayı) taşıdığı alüvyonlar sonrasında Troya ovasının dolmasıyla kıyıdan uzaklaşmıştır. Bu nedenle de Homeros Troyası olarak adlandırılan son tunç çağı sonrasında, kent jeopolitik önemini kaybetmiştir. Ancak, M.Ö 8. yüzyıldan itibaren Homeros destanları nedeniyle kutsal bir yer özelliği kazanır (Arkeolojinin Destanı Troia, Atlas Dergisi armağanı kitapçık).

Bu dönemden sonra Troya'nın, farklı uluslardan önemli kişilerce hep ziyaret gördüğü tarihe geçmiştir: M.Ö 480'de Pers Kralı Kserkes, M.Ö 334'te Büyük İskender, Roma İmparatorlarından Hadrian ve Agustus ve 1462 yılında Fatih Sultan Mehmet.

Orjinali halen Topkapı Sarayı'nda korunmakta olan Kritovulos'un Fatih'in seferlerini yazdığı eserde, Troya ziyareti şöyle anlatılmaktadır: “Bizzat kendisi, ordusuyla birlikte Hellespont'u aşmış, küçük Phrygia'yı geçmiş ve İlion'a varmıştır. Eski Troia şehrinin yıkıntı ve izlerini, kapsamını ve çevresinin avantajlarını ve ayrıca kara ve denizle olan elverişli bağlantısını gözlememiştir. Bundan başka kahramanlardan Akhilleus, Aias ve diğerlerinin mezarları üstünde öykülerini dinlemiştir. Onları övmüş ve onların büyük işlerini hatırlacak Homeros gibi şairleri olduğu için kutlamıştır. İnsanlar onun hafifçe başını sallayarak şunları söylediğini anlatmaktadır: “Allah, aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, bu şehrin ve halkının intikamını alma hakkını bana nasip etmiştir.” (Arkeolojinin Destanı Troia, Atlas Dergisi armağanı kitapçık). Doğu-batı kültür çatışmaları ekseninde değerlendirildiğinde, bir Osmanlı hükümdarı olarak Fatih Sultan Mehmet'in, Anadolu topraklarında yükselen geçmiş medeniyetlere gösterdiği değer ve sahipleniş çok önemlidir.

 

Adeta Bir Destanlar Höyüğü

16.yy Fransız yazarı Montaigne de eserinde Fatih'in Papa İkinci Pius'a yazdığı mektuptan bahseder. Esasen burada gönderme yapılan Vergilius'un Aeneas destanıdır. “İtalyanların bana düşman olmalarına şaşırıyorum. Biz de İtalyanlar gibi Troyalıların soyundanız. Yunanlılardan Hektor'un öcünü almak benim kadar onlara da düşer; onlarsa bana karşı Yunanlıları tutuyorlar.” (Denemeler: Kitap ıı, bölüm xxxvı.) (S.Eyüboğlu, Mavi ve Kara)

Homeros, İlyada'da Troya Savaşının tüm detaylarını anlatmaz. İkinci eseri olduğu kabul edilen Odysseia'da Troya Savaşı sonrasındaki olayları ve Akha askerlerinin yurtlarına geri dönüş günlerini konu eder. Günümüze ulaşan pek çok Mykonos vazosunda da Troya Atı ve çeşitli savaş sahnelerinin işlendiğini görmekteyiz.

Troya Savaşı üzerine yazılan diğer öyküler ise ilerleyen yıllarda kaleme alınmıştır. Bunlardan en önemlisi, Troyalılar ve Romalılar arasında soy ilişkisi kuran Romalı şair Vergilius'un Aenesas destanı (yaklaşık M.Ö 30-19) dır .

1488 yılında, Floransa'da ilk kez kitap olarak basılan İlyada, bu tarihten itibaren, yinelenerek, Avrupa kültür ve edebiyatının temel eserlerinden biri haline gelir. Yaşadıkları güne iz bırakan Homeros kahramanlarının, kendilerinden sonraki zamana ve nesillere farklı duygularla esin kaynağı olmaya devam ettiklerini görmek hayranlık uyandıran bir durumdur.

S.Eyüboğlu, 1962 yılında kaleme aldığı bir makalesinde der ki, “İlyada, sabahımızı tez getirecek kültür kaynaklarından biridir”. Bugün 2019'tayız ve bu konuda ne kadar yol aldığımızı düşününce üzülmemek elde değil. Umuyorum, yetişen yeni nesil de bu topraklarda efsaneleşen değerlere daha aydın bir düşünce ile sarılır. Dilerim, Türkiye'nin her köşesine aynı sevgi ve ışığı yayarak bir Anadolu tarihi bilinci kazandırabiliriz.

Troya'dan sevgilerle...

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Scroll to top
error: Content is protected !!