Yine sisle başlayan bir Kütahya sabahındayız. Hava serin. İçimden bir ses, öğle saatlerinde rüzgarın, bulutları dağıtıp gökyüzünü aydınlatacağını söylüyor. Dilerim öyle olur. Çünkü bugün yine yolcuyuz. Kasım rüzgarlarının peşinde Ege Bölgesi içlerine doğru yol almaya devam ediyoruz...
Kütahya'da konakladığımız otelden ayrıldıktan sonra, ilkin yolumuzun üzerinde olan Evliya Çelebi Kültür Sanat Evi Müzesi’ni ziyaret ettik. Seyahat planımıza göre bu gece dahil iki gece Uşak’ta konaklayacağız. Müze çıkışında, önümüzde, yaklaşık 141 kilometrelik, pek de uzun sayılmayan bir yol var. Ancak bugün, güneş batana dek epey uğrak noktamız olacağından dolayı olabildiğince hızlı adımlar atmaya çalışacağız.
Kütahya merkezden sonraki ilk durağımız Dumlupınar Şehitliği oldu. Kurtuluş Yolumuzu aydınlatan bu özel alanı size ayrıca bir yazıda anlatacağım. Sonbaharın renklerini taşıyan sıra sıra ağaçların eşlik ettiği yoldan ilerleyerek kısa bir süre sonra Banaz’a vardık. Burada yemek molası verdik. Ardından Uşak merkeze ulaştık. Eşme ilçesinin "ayvası" ile ünlü olduğunu bildiğimiz için yol boyunca meyve satan yerler göreceğimizi düşünmüştük. Ama hiç karşılaşmadık. İleride Eşme’yi de içeren başka bir seyahat planı yapacağım artık… Bazen arkadaşlarım bana soruyorlar; “nasıl bu kadar çok yer geziyorsun” diye… Eee sizin de gördüğünüz gibi yol yolu doğuruyor!..
Kent merkezinden Ulubey Kanyonu turistik alanına doğru rahat bir asfaltta ilerledik. Vakit akşamüzeri oldu. Bulutlar gökyüzünde ağır ağır hareket ediyor. Hava inceden bir esintiye teslim oldu bile… Burası; yerden yüksekliği 150m metre olan “Cam Seyir Terası”, özellikle çocuklara hitap eden “Ters Ev Müzesi” ve dinlenme alanı ile pek çok misafir ağırlıyan Uşak şehrinin nefes alma alanlarından biri haline dönüşmüş. Tanıtım ve bilgilendirmeler yerinde, temiz bir yer. Her kesimden ziyaretçi için keyifli bir dinlence vaat ediyor. Bizim vaktimiz kısıtlı olduğu için hızlıca alanı dolaştık ve ardından o güzel kanyonun devamını Blaundus Antik Kenti’nde görmeyi umarak yolumuza devam ettik.
Bu yolculuğa çıkmadan önce “Uşak’ta günbatımını Blaundus Antik Kenti’nde karşılayın” temalı bir yazı okumuştum. Yol halini bilirsiniz… Güne başlarken, zamanlamamız konusunda endişelerim vardı ancak, dileğim gerçek oldu: Gün batımını Blaundus’ta izledik!
Etrafı derin vadilerle çevrili bu antik yarımadada meraklı adımlarla dolaşıyorduk ki; üst üste dizilmiş taş bloklar önceleri bulutlu olan gözyüzünden, batmak üzere son bir hamle ile parlayan turuncu renkteki güneş ışıklarıyla birlikte, sanki bize, kısa bir süre için tebessüm ettiler… Eski çağın bu güzel şehrinin ayakta kalabilen son kalıntıları, vadideki tüm sessizliğin içinde koca bir “yalnızlık” hissi ile dolup taşıyor gibiydi. Antik kente vardığımızda, buraya, düğün fotoğrafı çektirmek için yakın arkadaşlarıyla gelen bir çifte rastladık. Gelinliği beyazdan büsbütün kahverengiye dönen gelin oldukça keyifli görünüyordu. Güneşin kendini göstermesi ile birlikte onlar da çektikleri pozları yinelediler. Selamlaştık, mutluluk temennilerimizi dile getirdik. Anlatıldığı, yazıldığı kadar var... Kentin yapıları, hakikaten, günün farklı saatlerinde farklı güzellikte görsellikler sunuyor. Bu özel günün fotoğrafları onlar için de bizim için de hep güzel bir anı olarak kalacak...
Sonra… Antik taşlar arasında bizbize kaldık. Vadinin ötesinde, az ileride yeşillikler boyunca bir köy uzanıyordu. Kale, tapınaklar, stadium, tiyatro ve nekrapolden çok az şey görülebilecek halde idi. Uşak iline 40 km mesafede yer alan Ulubey ilçesi Sülümenli köyü sınırları içerisinde yer alan Blaundus, birinci derece sit alanı. Ancak buranın “çok yanlız bırakılmış bir sit alanı” olduğunu gözlemledik. Güvenlik birimi yoktu. Sanırım burada bu yıl yeniden kazı çalışmalarına başlanılacak. Böylelikle bu değerli arkeolojik alandan daha zengin bir kültür mirasına ulaşabileceğimizi ümit ediyorum.
İklim koşulları ve doğa, somut arkeolojik mirasın yaşam döngüsünü etkileyen birincil etkenler. Antik kentin giriş kapısı ayakta olduğu için, içeri girdikten sonra büyüyen bir kent göreceğinizi zannediyorsunuz. Ancak maalesef durum böyle değil. Hellenistik Dönem mimarisi olmasına rağmen doğa olayları bu kenti biraz hırpalamış görünüyor. Ancak belirtmek isterim, ayakta kalan kısmı ile de Blaundus çok özel bir karaktere sahip! Mutlaka ziyaret etmenizi öneririm.
Blaundus, Büyük İskender’in Anadolu Seferleri’nden sonra Makedonya’dan gelenler tarafından kurulmuş. M.Ö. 4. yüzyılın ikinci yarısına tarihleniyor. Şehir halkının kendilerine “Makedonyalı Blaundus” adını verdikleri rivayet ediliyor. Büyük İskender’den sonra Bergama Krallığı’na, ardından Roma İmparatorluğu’na bağlanan kent, M.Ö. 5 yüzyılda Uşak İli, Sivaslı İlçesi sınırları içerisinde yer alan ve aynı zamanda piskoposluk merkezi olan Sebaste Piskoposluğu’na bağlanmış.
ABD’nin Arizona eyaleti sınırları içerisinde yer alan Büyük Kanyon'dan sonra dünyanın en büyük ikinci kanyonu olan Ulubey Kanyonu antik dönemin asaletini günümüze taşımaya devam ediyor. Blaundus antik yerleşimi ise bunun özel bir parçası…
Bölgede yerleşimin bugünden 6000 yıl öncesine tarihlendiği biliniyor. Uşak ilimiz tarihi ve kültürel eserler açısından çok zengin. Uşak’ın bu yönü ne kadar biliniyor, inanın bilmiyorum. Ege bölgesi içlerine adeta saklanmış olan bu güzel şehir; Lidya, Frigya, Hellen, Roma, Selçuklu, Germiyan ve Osmanlı gibi birçok uygarlıktan kalan nadide eserlere, bence, “gürültüsüz biçimde" ev sahipliği yapıyor ve zamanın üst üste yığdığı tüm o değerli kültür mirası itina gösterek topraklarında ağırlıyor...
Biz de; yakın tarihimizde “uluslararası kaçırılma öyküsüyle bir kez daha ünlenen” Lidyalılar’ın en görkemli eserleri arasında kabul edilen Karun Hazineleri'nin izini sürmek için, yarın, 2018 yılında ziyarete açılan yeni Uşak Arkeoloji Müzesi’nde olmayı planladık. Ancak öncesinde, bu tarihi zenginliğin köklerini derinlemesine anlatabilmek adına; Temmuz 2018'de gezdiğimiz Sardes Antik Kenti'ne dair izlenimlerime ve değerli yazarların çalışmalarından alıntılara yer vermek istiyorum.
Kızıl Topraklı Tepelerin Diyarı: Lydia Ülkesi
Eski Çağda Gediz Nehri (Hermos) ve Küçük Menderes (Kaystros) vadilerini kapsayan, günümüzde yaklaşık olarak Manisa ve Uşak illerine denk gelen bölge “Lydia” (Lidya) olarak anılmakta idi. Lydia ülkesi M.Ö 2. binyılın ortalarından (M.Ö 1600-1200) beri Hitit Kralları ile mücadele eden Luvi kökenli çeşitli beyler tarafından yönetiliyordu. M.Ö 1200 yıllarından sonra Balkan kökenli bir kısım Trakyalı göçmen de bölgeye gelip yerli halka karışmışlardır.
Hitit İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra Lydia’da üç kral sülalesinin geldiğine inanılır: Atyadlar, Heraklidler (ya da Tylonidler) ve Mermnadlar. İlk iki kral sülalesi hakkında bilinenler çok azdır. Herodotos (Herodot), Heraklid sülalesinin 505 yıl boyunca, 22 kralla iktidarda kaldığını ve son hükümdarının Kandaules olduğunu bildirir. Gyges, bu hanedana bir saray darbesiyle son vermiş ve Mermnad hanedanlığı (M.Ö 680-547) dönemini başlatmıştır.
Lydia, Kral Gyges (M.Ö 680-652), Ardys, Sadyattes, Alyattes (M.Ö 619-560) ve Kroisos (M.Ö 560-547) dönemlerinde Ön Asya dünyasının saygın krallıkları arasında yer aldı.
Alyattes ile Med Kralı Kyaksares M.Ö 28 Mayıs 585 tarihinde Kızılırmak kavsi içinde karşı karşıya geldiler. Savaşın ortasında tam bir "Güneş Tutulması" meydana geldi. Taraflar bunu “ilahi bir barış çağrısı” olarak kabul edip, 5 yıllık savaşa son verdiler. Bu, Doğu dünyası ile Batı dünyasının ilk karşı karşıya gelişiydi.[1]
Başkent Sardes
Manisa’ya 70 kilometre uzaklıktaki Salihli ilçesinde yer alan antik “Sardes”, krallık topraklarındaki altın ve gümüş kaynakları sayesinde döneminin en zengin krallıklarından birinin başkenti olarak var olmuştur. Bozdağlar’ın (Tmolos) kuzey eteklerinde kurulu olan kent, her dönem güçlü ve önemli bir yer olmayı sürdürmüştür: Lydialılar döneminde başkent, Pers döneminde satraplık, Roma döneminde metropolis, Hıristiyanlık döneminde ise piskoposluk merkezi idi.
Bugün “kent kalıntılarının içinden hala, altın kumlu Paktolos (Sart) Çayı akar”[2]. Paktolos Çayı’ndaki altın zerrelerini toplayabilmek için suyun çeşitli yerlerine koyun postu serildiği "Altın Post Hikayesi" dilden dile anlatılagelmiştir. M.Ö 6. yüzyılda kentte pek çok altın işleme atölyesinin var olduğu bilinir. Daha da önemlisi Sardes, tarihte ilk kez devlet güvenceli para basımının gerçekleştirildiği yerdir.
“Bin Tepeler” olarak anılan mevkide -Marmara Gölü’nün güneyi, Gediz Ovası’nın kenarında yer alır- irili ufaklı yaklaşık 90 tane “tümülüs” yani, Lydia Anıt Kral Mezarı bulunur. İki büyük tümülüsün, Kral Alyattes’e ve Kral Gyges’e ait olduğu sanılmaktadır. “Kraliyet mezarlığı olarak Sardes’e sıkı bir şekilde bağlı olan Bin Tepe, daha erken ve daha geç dönemlere tarihlenen kalıntıları ile Lidya Dönemi'ne ait sadece bir mezarlık alanı değil, kültürün devamını gösteren bir anıttır.”[3]
Günümüzde antik kent dört bölümde gezilebiliyor: Sardes harabeleri, Paktalos Vadisi, Akropolis ve Bin Tepeler.
Bugünkü Sart Çayı’nın suyu hala bakır renginde. Aslında Sardes’i çevreleyen tüm tepeler aynı renkte. Artemis Tapınağı’nın göğe yükselen sütunları da güneşin altında altınımsı bir kızıllık alıyor gibi… Doğal çevrenin, tarifsiz bir güzellikle çepeçevre sardığı bu antik ülkenin, tapınak yapıları altında bankacılığın da temellerini attıklarına dair pek çok işaret mevcut.
Lydia kültürünün tarihe bıraktığı bir diğer karakteristik öge de bir parfüm ve kozmetik kabı olan “Lydion”. Kozmetik ürünleri konik ayaklı bu küçük vazocuklar içine konarak Eski Çağ dünyasının büyük bir bölümüne ihraç edilmişlerdir.
Lydia, dokumacılıkta da bölgenin en güçlü merkezlerinden biridir. Canlı renklerle boyanmış ve altın işlemelerle zenginleştirilmiş keten kumaşlar, lüks tüketim eşyaları olarak kullanımına sunulmuştur. Ayrıca bölgenin yün dokumaları da ünlüdür.
Antik Yazarların "Ölümsüz" Eserleri Işığında...
“Hiçtir en cesurları bile insanların
Herşeye Tanrılar hakimdir.
Zeus, dostlarına kendi verir armağanlarını
Toprak, su kaynaklarını kışkırttığı gibi,
Düşmanları da yok eder.
Düşman bir soy çıkmıştı bir zamanlar
Zeus’un tahtına! Çılgınca gururu ile cenk saçıyordu.
Fakat kimim okla yere serildi, kimi değirmen taşı ile
Nihayet hepsini kaptı Hades,
Cahiller ecel peşine düştüler, kendileri
Dayanılmaz zahmetlere katlandılar.
Kötülük kurdukları zamanlarda
Tanrıların cezası çarpar insanları.
Mutlu adam odur ki, neşe içinde
Ömrünü dokur sonuna kadar.”[4]
Bu dizeler Lydia başkenti Sardes‘te doğup ilerleyen yıllarda Sparta’da yaşayan lirik koro eserleriyle ünlenen antik dönem şairi Alkman’a ait. (M.Ö 7.yüzyılda yaşamıştır). Nasıl ki, Troya hakkındaki gerçekleri Homeros’un ölümsüz eseri İlyada ve Odesseia Destanları ile kucaklıyor isek, Lydia’nın kültürel mirasını da kesintisiz olarak yazılı ve sözlü edebiyat eserlerinde izleyebiliriz. Gerçekten de dönemin eserleri, tarihe dair aradığımız tüm cevapları verebilecek niteliktedir!
Antik dönem Anadolu medeniyetlerinde yetişen ve eserleriyle günümüze kadar ulaşmayı başaran yazarlardan belki de en ünlüsü, “tarihçi” kimliğiyle ön plana çıkan Heredotos (Heredot)’tur. M.Ö 5. yüzyılda yaşamış olan Halikarnassoslu (bugünkü Bodrum) yazar, güncel tarihi, gezip gördüğü ve ayrıca kulağına gelen ilginç olayları da eserlerine aktaran bir gezgindir aynı zamanda. Hikayeleştirme becerileri ve bazı tarihi kişileri bir “roman kahramanı” gibi ele alışı ile de kendisinden çok sonra Anadolu topraklarında dünyaya gelen ve hayatının çok büyük bir kısmını seyahat ederek geçirmiş olan gezgin-yazar Evliya Çelebi’ye benzer. Her ikisi de o zaman bilinen dünyanın hemen hemen her yanını -İran’dan Mısır’a ve Makedonya’ya kadar- gezmiştir.
“Heredotos İlkçağ'ın en meraklı insanıdır. Doğu ile batının ilk büyük çatışması olan Pers Savaşları’nın zamanında yaşadığı, bu çatışmada üstün gelen Atinalılar'a hayran olduğu halde Anadolulu Herodotos, doğuda Yunanistan’a taş çıkartacak uygarlıklar bulunduğunu bilir. Bu uygarlıkları yakından tanımak içindir ki, Heredotos, Küçük Asya’yı dolaştıktan sonra, Doğu Akdeniz kıyılarından Mısır’a kadar uzanmış ve bütün bu ülkelerin geleneklerini, göreneklerini inceden inceye not edip dokuz ciltlik koca bir kitap yazmıştır. Tarih biliminin adı da, kendisi de, “Historia” dediği bu kitaptan doğmuştur.”[5]
Uşak ve Manisa dolaylarında arkeolojik miras odağında gerçekleştirilecek bir kültür gezisi; dünyanın bilinen en eski -belki de ilk- tarihçilerinden (aslında tarihçi olduğu kadar filozof ve coğrafyacı) Heredotos’un, bugün sadece küçük bir bölümü Uşak Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmekte olan hazinesiyle her dönem merak uyandıran Lydia Kralı Kroisos hakkında yazdıklarına, mutlaka ama mutlaka kulak vermelidir.
Heredotos’a göre; Pers Kralı Kyros (Persçe “Kuruş”), kendisine yenilen Kroisos’un önce yakılarak öldürülmesini emretmiş ancak sonra kararından vazgeçerek, tüm değerli hazinelerine de el koyarak, beraberinde İran’a, Persepolis’teki sarayına götürmüştür: Bu mağlup kral, kendisine öylesine akıllıca öğütler verir ki, Kyros, onun zincirlerini çözdürerek karşısına oturmasını emreder. "Düşündüklerini bana açıkça söyle" der. Bunun üzerine Kroisos:
-“Ey Kyros, şimdi senin adamların, neyle meşgul oluyorlar?”
-“Senin şehrini (Sardes) yağma ediyor ve servetini taşıyorlar.”
-“Ama bu şehir artık benim olmadığına göre, serveti de benim değildir. O halde bunlar senin servetini yağmalıyorlar. Tanrılar beni sana köle yaptığına göre, ey Kyros sana faydalı bildiklerimi söyleyeyim…”[6]
Hikayenin başını gelin bir de Arza Erhat’ın kaleminden okuyalım: Kroisos, Yedi Bilgeler’den Atinalı Solon’u birgün sarayına çağırmış. “Dünyanın en mutlu adamı kimdir?” diye sormuş. “Sensin!” diyeceğine eminmiş. Ama Solon öyle dememiş: “Ölüm döşeğinde de mutluyum diyebilen adam” cevabını vermiş. Solon Atina’ya dönmüş. Kroisos da Bilge’nin anlam veremediği bu sözünü çabucak unutmuş. Anadolu şehirlerinin hepsinde sözü geçen, egemenliğini Kızılırmak kıyılarına yayan Kroisos, doğuda Pers Krallığı’na bile kafa tutarmış, zengin olduğu kadar da cömertmiş. Anadolu da olsun, Yunanistan’da olsun altın kaplamalı sütunlarla, heykellerle, sunaklarla donatmadığı tapınak yokmuş; günün birinde de Delphoi Tapınağı’ndan bunca armağanının karşılığını istemiş. Pers Kralı Kyros(Kuruş) akıncılığından kaygılanıyormuş Kroisos, Apollon tanrının falcılarına, “bu durum ne olacak?” diye sormuş. “Kroisos Kızılırmak’ı geçerse, büyük bir krallık yıkılacak” cevabını almış. Lydia Kralı sevinmiş bu habere, yıkılacak krallığın Pers Krallığı olduğunu sanarak, koca bir ordu ile geçmiş Kızılırmak’ı; ne var ki, Persler’e saldırmasıyla yenilmesi bir olmuş. Kyros, Lydia ile birlikte Ege’nin bütün şehirlerini boyunduruğu altına aldıktan sonra, zaferini Sardes’te kutlamaya gelmiş. Kroisos o gün odun yığının üstüne çıkmış, alevler yükselip gövdesini yalayınca “Ah Solon! Solon!” diye haykırmış. Kyros, ne diyor diye merak etmiş ve ateşin söndürülmesini, düşmanının yığından aşağı indirilmesini buyurmuş. Kroisos ile konuşunca kendi mutluluğunun da geçici olabileceğini iyice anlamış olacak ki Kroisos’u bağışlayıp sarayına almış, her işinde ona fikir danışmış.[7]
Kral Kroisos Mu?; Yoksa Karun Mu?
1960lı yılların ortalarında Güre yakınlarındaki mezarlarda bulunup Amerika Birleşik Devletleri’ne kaçırılan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin zorlu bir hukuk mücadelesi sonrası ülkeye geri kazandırdığı Lydia Hazineleri kamuoyunda “Karun Hazineleri” olarak adlandırılmıştır.
Türk-İslam Dünyasında, özellikle de Türkiye’de “Karun”, “para ve zenginlik” ile bağlantılı olarak tanınan bir kişiliktir. Adı, Kuran-ı Kerim’de “çok zengin bir kişi” olarak geçer. Cimriliği ve kibri yüzünden Allah’ın gazabını üzerine çekmiş ve sonuçta kendisiyle birlikte çok güvendiği hazineleri gitmiştir. Karun, Hıristiyanlık ve Musevilik’te de “Korah” ya da “Kores” adıyla anılır. Türkiye kamuoyunda Lydia Hükümdarı Kroisos ile bir tutulmuşsa da, “Karun”, Lydia Kralı ile aynı kişi değildir![8]
Kroisos bundan 2600 yıl kadar önce Salihli yakınındaki Sardes’te oturan Lydia’lı Mermnand sülalesi hükümdarı Alyattes’in (M.Ö 619-560) Karialı bir anneden olma en büyük oğludur. Prenslik yıllarında Adramytteion (Edremit) valiliğinde bulunduktan sonra 35 yaşında tahta çıktı (M.Ö 560). 14 yıllık iktidarı sırasında Küçük Asya’nın Ege kıyılarından Kızılırmak’a kadar tüm Batı yarısını egemenliği altına aldı; 310.000 kilometrekarelik bir alan onun buyruğundaydı.
O, gerçekten Eski Çağ’ın en varlıklı hükümdarlarından biriydi; zenginliği ve cömertliğiyle antik dünyanın en saygın kişilerinden biri durumuna gelmişti. Daha o zamanlar çok varlıklı kişiler “Kroisos gibi zengin” nitelenmesiyle anılıyor, Atinalı zenginler çocuklarına Kroisos adını veriyorlardı. Ona olan hayranlıklarının başlıca nedeni cömertliğiydi. Kroisos, paha biçilmez hediyeler gönderdikçe Yunanlılar da ona, daha önce hiç bir ölümlüye göstermedikleri saygı ve sevgiyi gösteriyorlardı. En görkemli hediyeler, başta Delphi Apollon Tapınağı olmak üzere, Efes Artemis ve Didyma Apollon gibi kehanet merkezlerine gidiyordu. Dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Efes Artemis Tapınağı’nın inşasına büyük yardımlarda bulundu.
Kral Kroisos’un ve Lydia Ülkesinin Hazin Sonu
Kroisos’un sonu hakkında farklı öyküler bulunmaktadır. Yukarıda bahsettiklerimizden başka bir anlatım da şöyle gelişir: Krallığının yıkıldığını gören Kroisos büyük bir kedere kapılarak hazırlanan odun yığınının üzerine çıkarak kendini ateşe verdirmiştir. Buna gönlü razı olmayan Zeus, günlük güneşlik olan gökyüzüne kara bulutlar yığmış ve bir anda başlayan şiddetli yağmur ateşi söndürmüştür.
Bu konuda hangi öykü gerçek olursa olsun, Lydia Krallığı M.Ö 546 yılında Büyük Kyros tarafından tarih sahnesinden silinmiş ve ülke, M.Ö 334’te Büyük İskender’in gelişine kadar, yaklaşık 200 yıl süre, Pers Akhaimenid Krallığı’nın egemenliği altında kalmıştır.
Görüyoruz ki; bir hamle ile tarih sahnesinden silinen bu güzel ülke, Kral Kroisos döneminde zenginliğinin ve kültürel gelişiminin doruk noktasındaydı. Kroisos kendisine anlatılan Apollon kehanetini farklı yorumlasaydı neler olurdu bilinmez… Ancak… Antik dönemdeki ruhun, bir şekilde, kendisinden sonra bu topraklarda yaşayanlara ilham ve güç verdiği fikri, bana hiç de uzak gelmiyor doğrusu...
Nitekim, yüzyıllar sonra, zorlu Milli Mücadele yıllarında Uşak; maddi ve manevi bakımdan onca zarara uğramasına rağmen, Cumhuriyet Türkiyesi’nde ilk girişimlerle sanayi hamlesini başlatmıştır. Anadolu yurdunun cefakar insanına küllerinden yeniden doğacak gücü, azmi ve imkanı veren bu güzel topraklara saygı, minnet ve sevgi ile…
Şimdilik hoşçakalın!
[1] Kaynak: Uşak Arkeoloji Müzesi sergi alanı
[2] Halikarnas Balıkçısı, “Anadolu Efsaneleri”, Bilgi Yayınevi.
[3] https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/manisa/gezilecekyer/bn-tepeler-kral-mezarlari
[4] “Anadolu Edebiyatları”, Ahmet Kabaklı; Türk Edebiyatı Dergisi, Eylül 1983, sayı:119
[5] Arza Erhat, “Mavi Anadolu”, İş Bankası Kültür Yayınları
[6] “Anadolu Edebiyatları”, Ahmet Kabaklı; Türk Edebiyatı Dergisi, Eylül 1983, sayı:119
[7] Azra Erhat, “Mavi Anadolu”, İş Bankası Kültür Yayınları.
[8] Kaynak: Uşak Arkeoloji Müzesi sergi alanı