Yeni Yıl, Yeni Rotalar
Evet! Şehre kış geldi. “Nihayet!” diyenleri duyar gibiyim. Mevsimsiz sıcakları geride bıraktığımız bu güzel günlerde, havanın keskin soğuğu hayatımıza etki etmeye başladı bile... Biz İstanbullular’ın kalabalık yaşantısında hengamemiz hiç bitmez. Gün içinde hayatı sessize alıp, ne ile uğraşıyorsak ona konsantre olmamız ise çoğu zaman şans… İşte tam bu noktada yaylılar devreye giriyor!.. Şaka bir yana, kalbimizi ısıtan ezgiler gerçekten can yoldaşımız. Şehrin gürültüsünü bastıran, beni bilgisayarın başına çeken yegane güç yaylıların o tiz çağrısı… Itzhak Perlman’a teşekkür borçluyum. Perlman’ın Tango’su eşliğinde parmaklarım klavyede adeta dans ediyor…
Aylardan Ocak dostlar! Yeni yılın ilk günleri pek çoğumuz için yıllık hedeflerin belirlendiği, plan ve programların hazırlandığı günler. İşte de, evde de… Sözün kısası, bu yılki seyahat organizasyonlarınız için, özellikle “farklı tatlar arayanlara” ışık tutacak bilgiler paylaşmak istiyorum. Bu anlatacaklarım belki sizi klasik rotaların dışına çıkmaya ikna edebilir. Ya da belki -umarım öyle olur- seyahatlerinizin üstüne biraz “kültür tozu” -merak edenler için, yıldız tozu gibi bir şeydir bu, tılsımlıdır- serpebilir.
Ben diyorum ki; bu memlekette hayran olunacak binlerce şey var! Zamanında bunu Heredotos (Heredot) da söylemiş. Üzerinde yaşadığımız bu coğrafya binlerce yıllık medeniyetlerin eşsiz eserlerine ev sahipliği yapıyor! Elbet tabi, herkes benim gibi duayen seyyahların izinden çılgın seyahatlere çıkmayacaktır. Çağımızın yarattığı “boş zaman” ve “onu nasıl değerlendirsek” kaygısı için turizmin epey önerisi var. Kabul! Kitaplar ve diğer basılı ve/veya dijital tüm yazın hayat kaynağımız olmaya devam ediyor. Kabul! Ben sadece, boş zaman eğlencesinde biraz doz arttırmanın faydası olabilir, diyorum o kadar. Bulduğunuz her fırsatta kültürel mirasa dokunmak için adım atmaya çabalarsanız, bu farkındalığı önce evinize, sonra yurdunuza aşılarsanız, böylelikle çocuklarımıza bir “gelecek” hediye edersiniz. Miras bırakırsınız. “Gelecek” adlı ulu ağacın da kökleri her yaşlı ağacın olduğu gibi geçmişin derinliklerindedir dostlar… Ve Anadolu hala çiçek açan ağaçlarla dolu!
Bizim Anadolumuz!
Sabahattin Eyüboğlu diyor ya hani “bu memleket bizim olduğu için bizim, fethettiğimiz için değil!” diye. Gerçekten de öyle, biz bu toprakları yoğurmuşuz, bu topraklar da bizi. Bu, bizim Anadolumuz! Bugün üzerinde ne yaşanırsa yaşansın… Bu, bizim yurdumuzun kültür mirasıdır.
Antik Dönemden beri süregelen ve farklı coğrafyalarda eşi benzeri olmayan çok sayıda arkeolojik, tarihsel, doğal ve kültürel değer hala Anadolu topraklarında yer alıyor. M.Ö 2. yüzyılda yaşamış olan Antik Dönem yazarı Sidonlu Antipatros’un heyecanla Antik Dünyaya duyurduğu gezi rehberinde adı geçen “mutlaka görülmesi gereken çok özel anıtlar listesi”ni bilmeyen yoktur. Günümüze dek, farklı toplumların farklı görüş, yorum ve algıları neticesinde değişikliğe uğramış olsa da, ününü korumayı başarmış olan nam-ı diğer Dünyanın Yedi Harikası… Liste şöyle:
- Babil’in Asma Bahçeleri
- Güneş Tanrısı Hellios’un Rodos Adası’ndaki Heykeli
- Kral Mausollos’un Mezarı (Halikarnas Mozolesi)
- İskenderiye Pharaos Adası’ndaki Deniz Feneri (İskenderiye Feneri)
- Mısır Gizeh Piramitleri
- Efes Artemis Tapınağı
- Olimpia kentindeki Zeus Heykeli
Günümüzde, Dünyanın Yedi Harikası arasından sadece Gizeh Piramitleri ayaktadır. Diğer eserler, doğal afetler, yangınlar ya da savaşlar sonucunda yok olmuştur. Bu listede yer alan iki eser ise Antik Dönemde Anadolu topraklarındadır.
“Dünyanın Yedi Harikası” fikri tarihte ilk kez Halikarnasoslu Heredotos tarafından ortaya atılmış olsa da, fikrin yazıya dökülmesi, kendisinden yaklaşık 300 yıl sonra Sidonlu Antipatros tarafından gerçekleştirilmiş ve güzel olan şu ki, dünyaca kabul görmüştür. Dünyanın dört bir yanından çok sayıda ziyaretçiyi kendine çekmeyi başarmıştır. Antik Çağ’ın dünya harikalarının Anadolu’daki kollarına kısaca yakından bakalım isterim:
Kral Mausoleus’un Mezarı; Muğla ilinin Bodrum ilçesindedir. Kariya Bölgesi satrabı ve küçük kralı Mausoleus’un mezarıdır. Ilk olması sebebiyle bundan sonra aynı stilde inşa edilmişm mezar anıtları “mozole” olarak adlandırılmıştır. Yapımına M.Ö 368 yılında başlanmış olan anıt M.Ö 350’de bitirilmiştir. Pekçok Antik Dönem yazarı tarafından anlatılan eserin günümüzdeki rekonstrüksiyonunda da özellikle Yaşlı Plinius tarafından verilen tanım dikkate alınır. Plinius’un anlattıklarından, Mausoleum’u öne çıkartan özelliğin “heykeltraşlık eserleri” olduğu anlaşılmaktadır. Anıtın 12. yüzyılda deprem sonucunda büyük ölçüde yıkıldığı, ancak temellerinin Ortaçağ boyunca koruna geldiği bilinmekle beraber; ele geçen mimari kalıntılar ve heykeller 16. yüzyıldan itibaren temellerine kadar sökülüp parça parça yurt dışına götürülmüştür. 19. yüzyılda yerinde gerçekleştirilen arkeolojik çalışmalar sonrasında ortaya çıkartılan parçaları ise; Londra’daki British Museum’da sergilenmektedir.[1]
Efes Artemis Tapınağı; İzmir’in Selçuk ilçesindeki Efes Antik Kenti içerisinde yer almaktadır. 1895 yılından beri yapılan kazılarda Artemis Tapınağı’nın pekçok farklı evreleri tespit edilmiştir. En eski tapınak M.Ö 8.yüzyıla tarihlenir ve ahşap konstürüksiyonludur. Araştırmacılara göre tapınak yapım evleri birkaç farklı döneme ayrılmaktadır. M.Ö Tiran Pithagoras tarafından yeniden yaptırılmaya başlanan yapı, bitirilmeden kısa süre önce su taşkınları tarafından tümüyle tahrip olmuştur. Lydia Kralı Kroisos’un sütunların bazılarını bağış olarak yaptırdığı evredeki tapınak yapısı ise, M.Ö 580’de yapılmaya başlanmış ve tamamlanması 120 yıl sürmüştür. Ancak, tapınak bataklık alana inşa edildiği için pek çok sorunla karşılaşılmıştır. M.S 356 yılında, ismini ölümsüzleştirmek isteyen Herostratos adlı bir “deli” tarafından tapınağın yakıldığı; yangın gecesinde ise Büyük İskender’in dünyaya gözlerini açtığı rivayet edilir. Daha sonraları Büyük İskender de tapınağın yeniden yapımı için maddi yardımda bulunmuştur. Plinius tarafından, o dönemde 117 sütunu bulunan Artemis Tapınağı’nın sütunları üstünde 36 rölyefin yer aldığı yazılmıştır. Bu dönemdeki tapınağın yapımı yaklaşık 100 yıl sürmüştür. Bu görkemli yapı, en sonunda M.S 268 yılındaki Got saldırısında tümüyle yakılıp yıkılmıştır. Günümüzde, bataklık alandaki tapınaktan sadece yeniden dikilen bir tek sütun görülebilmektedir. Kazılarda bulunan eserler ve Artemis Heykeli’nin kopyası Selçuk’taki Efes Müzesi’nde sergilenmektedir.[2]
Türkiye’deki Tescilli Dünya Mirası
İnsanlığın ortak mirası olan evrensel değerlere sahip çıkmayı hedefleyen UNESCO, Paris’te toplanan 17. Genel Konferansı kapsamında, 16 Kasım 1972 tarihinde “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” kabul edilmiştir. Türkiye de 1982 yılında bu sürece dahil olmuştur.
Uluslararası önem taşıyan ve bu nedenle takdire ve korunmaya değer doğal oluşumlara, anıtlara ve sitlere “Dünya Mirası” statüsü tanınmaktadır. Sözleşmeyi kabul eden üye devletlerin UNESCO’ya başvurusuyla başlayan ve Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) ve Uluslararası Doğayı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) uzmanlarının başvuruları değerlendirmesi sonunda tamamlanan bir işlem dizisinden sonra aday varlıklar Dünya Miras Komitesinin kararı doğrultusunda bu statüyü kazanmaktadır. 2019 yılı itibariyle Dünya genelinde UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kayıtlı 1121 kültürel ve doğal varlık bulunmakta olup bunların 869 tanesi kültürel, 213 tanesi doğal, 39 tanesi ise karma (kültürel/doğal) varlıktır. Her yıl gerçekleşen Dünya Miras Komitesi toplantıları ile bu sayı artmaktadır.[3]
Anadolu’nun sahip olduğu kültürel zenginlik Antik Çağ’dan beri dünya tarihine ışık tutmaktadır. Günümüzde; evrensel kültür değerleri olarak kabul edilen UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’nde Türkiye’den 16’sı kültürel, 2’si karma olmak üzere 18 miras alanı bulunmaktadır.
Listeye alınış tarih ve sırasıyla bu eserler;
- Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (Sivas), 1985
- İstanbul'un Tarihi Alanları (İstanbul), 1985
- Göreme Milli Parkı ve Kapadokya (Nevşehir),1985 (Karma Miras Alanı)
- Hattuşa: Hitit Başkenti (Çorum), 1986
- Nemrut Dağı (Adıyaman), 1987
- Hieropolis-Pamukkale (Denizli), 1988 (Karma Miras Alanı)
- Xanthos-Letoon (Antalya-Muğla), 1988
- Safranbolu Şehri (Karabük), 1994
- Troya Arkeolojik Alanı (Çanakkale), 1998
- Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne), 2011
- Çatalhöyük Neolitik Alanı (Konya), 2012
- Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu (Bursa), 2014
- Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı (İzmir), 2014
- Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı (Diyarbakır), 2015
- Efes (İzmir), 2015
- Ani Arkeolojik Alanı (Kars), 2016
- Aphrodisias (Aydın), 2017
- Göbekli Tepe (Şanlıurfa), 2018
Henüz yılın başındayız. Takvimler yenilendi. Sayfalar bomboş. Dürüst olalım, hangimiz yıl içindeki resmi tatil günlerini takvimden işaretlemiyoruz ki… Peki ya yıllık izinlerimiz? Kimi parmak hesabı, kimi yazılmalı çizilmeli izin günlerimizi hesaplamıyor muyuz?.. Bunu yazarken sesli güldüm inanın.
Ben listeyi paylaştım dostlar… Şöyle göz önünde bir yerde dursun. Belki size ilham verir… Kim bilir… Ama olursa çok da güzel olur!
Peki ya Dünyanın “Yeni” 7 Harikası?
Bu yıl yurt dışı seyahatlerine odaklanacağım, derseniz tabi ki seçenek çok. İmkanınız varsa mutlaka dünyaya açılın, gezin. Ama Anadolu’yu da ihmal etmeyin… Yaşadığımız çağın “ölmeden önce mutlaka görülmesi gereken yerler” sıralamasına hadi gelin birlikte bakalım:
- Machu Pichu/Peru
- Çin Seddi/ Çin Halk Cumhuriyeti
- Christo Redentor (Kurtarıcı İsa Heykeli) / Brezilya
- Chichen Itza/ Meksika
- Tac Mahal / Hindistan
- Kolezyum / İtalya
- Petra / Ürdün
Bu listeden haberdar olmayanlar için kısaca anlatayım: İsviçre merkezli New7Wonders Vakfı 2000 yılında milenyum projesi olarak dünyanın yeni 7 harikasını belirlemek için bir yarışma başlattı. Cep telefonu ve internet aracılığıyla yapılan oylama sonucunda, 07.07.2007 tarihinde Dünyanın “Yeni” 7 Harikası listesi dünyaya duyuruldu. O gün bugündür, bu yaşayan efsaneler, milyonlarca ziyaretçiyi ağırlıyor. Bunda görece başarılı turizm pazarlama stratejilerinin de payı olduğu şüphesiz.
Liste dünya vatandaşlarına oylamaya sunulduğunda, finalist adaylar arasında Türkiye'den Ayasofya’nın da yer aldığını bilmek bir nebze rahatlatıcı olsa da; bunca dünya mirasını bünyesinde barındıran bu güzel coğrafyadan bir eserin bu listede yer almıyor olması; gerçekten -tüm politik gerçekliği bir kenara bırakarak- son derece üzücü! Düşünün, Antik Dünya’da “gezip görülecek harikalar listesi” önerisini dünya gündemine taşıyan kişinin kendisi de bir Anadolulu idi. O dönemki harikalar listesine sahip çıkamayınca, o dünya görüşünü unutup, ardımızda bırakınca, başımıza bunun gelmesi çok da şaşırtıcı değil gibi… Ancak, bu durumu değiştirmek tabi ki bizim elimizde!
Bilindiği üzere, Dünya Miras Komitesi tarafından UNESCO Dünya Mirası Listesine alınan bu mirasların yanı sıra bir de bu listeye önerilmesi öngörülen ancak henüz adaylık süreçleri tamamlanmayan miraslardan oluşan Geçici Liste bulunuyor. Bugün; UNESCO’nun Dünya Mirası Geçici Listesi’nde 178 Taraf Devletin 1700 mirası yer alıyor. Bu Geçici Listede, Türkiye’nin, son olarak 2019 yılında güncellenen şekliyle 73 kültürel, 2 karma ve 3 doğal olmak üzere toplam 78 mirası bulunuyor.
Söz konusu Anadolu’nun kültürel birikimi olunca, açıkçası, çok derin ve çok katmanlı bir kültür mirası ile karşı karşıya olduğumuz unutulmamalıdır. Türkiye sahip olduğu tüm bu doğal, kültürel, arkeolojik ve tarihi eser ve değerlerle dünya turizm sıralamalarında ipi göğüsleyecek birikime sahipken, bugün bulunduğu konum hepimizi durup bir düşünmeye sevk etmelidir, diye düşünüyorum. Bu kültürel mirasın korunması ve tanıtılması noktasında hepimize bir parça görev ve sorumluluk düştüğüne eminim. Uzun soluklu bir çalışma ile Anadolu’nun hak ettiği turizm çekiciliğine kavuşacağına da inanıyorum. Bu sadece turizm kazancı açısından değil, yaşayan bir kültür mirasıyla büyüyen nesiller yetiştirmek açısından da son derece kritik bir adım olacaktır. Bizden sonra gelecek nesil için bu farkındalık çok şey ifade edecektir…
Geçmiş Zaman Olur Ki…
Herodotos… “Değil yalnız Anadolu’nun, ama bütün dünyanın ilk ve en büyük turisti o idi! O, durmamacasına geziyordu.”[4] Bu seyyah belki biraz çılgındı, çağdaşlarından farklıydı o kesin, belki maceracıydı… Hepsinden önemlisi “Herodotos hayatı da, dünyayı da hayran kalınacak kadar güzel bulmuştu. O çağda Anadolu’da Heredotos gibi çıldırasıya sevinerek seyahat edebilmek için insanda aşk derecesine varmış bir öğrenme ve görme özleyişi gerekti. Elverir ki, bir yeni yer görebilsin ve orada yeni şeyler öğrenebilsin… O zaman Anadolu’da krallıklar o kadar küçük ve sık idi ki, onlar günümüzde olsalar, insan bir krallıkta uyumak üzere uzanınca, ayaklarına pasaport alması gerekecekti! Heredotos Karadeniz kıyılarıyla birlikte bütün Anadolu’yu, bütün Doğu Akdeniz adalarını, Yunanistan’ı, Mısır’ı, Arabistan’ı, Sicilya’yı gezmiş, kısacası o zamanın bilinen dünyasının en uzak sınırlarına dek varmıştı”[5]. Günümüz teknolojik gelişmelerini, yolculukları daha mümkün kılan şartları düşünürsek, az önce bahsettiklerim bir hayal gibi görünüyor, öyle değil mi? İşte her şey bu noktada başlıyor. Tolstoy şöyle diyor: “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar. Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.”
Tarih öncesi dönemden günümüze uzanan süreçte böylesi zengin bir kültür mirasıyla ışıldayan Anadolu’nun içinde taşıdığı gücü yabana atmayalım dostlar!.. Keşfetmeye önce kendi yurdumuzdan başlayalım, ne dersiniz? 2020 yılı, bu yola çıkmak için iyi bir zaman olabilir… Bu yılki seyahatlerimizin üstüne biraz kültür tozu serpiştirsek, ertesi yıl harika bir hasat elde edebiliriz. Benden söylemesi!..
Doğanın, kültürün ve eğitimin öncelikli olduğu bir yıl olması ümidiyle… Herkese mutlu yıllar dilerim!
[1] “Türkiye’nin Kültürel Mirası-I”, Anadolu Üniversitesi Yayınları
[2] “Türkiye’nin Kültürel Mirası-I”, Anadolu Üniversitesi Yayınları
[3] http://www.unesco.org.tr/Pages/125/122/UNESCO-D%C3%BCnya-Miras%C4%B1-Listesi
[4] “Anadolu Efsaneleri”, Halikarnas Balıkçısı, Bilgi Yayınevi
[5] “Anadolu Efsaneleri”, Halikarnas Balıkçısı, Bilgi Yayınevi