Beşiktaş..Dolmabahçe..Saray Koleksiyonları..Müzecilik..Resim Sanatı…
“Her zaman güzel bir hayal kurarak uyu ve bir amaç için uyan!”
Hiç, sarayda yaşadığınızı hayal ettiniz mi? Bu sorunun cevabı beni küçüklüğümde dinlediğim masallara; okumayı öğrendikten sonra -belki defalarca- okuduğum etkileyici hikayelere; ve izlediğim güzel çizgi sinemalara götürüyor. Gelin birlikte, sarayların saray olduğu; saraylıların da kültürü, zarafeti ve adaleti ile saraylı olmanın hakkını verdiği masalsı günlere uzanalım kısa bir süre için.
Hayal edin, bugüne görkemli bir saray odasında başladınız. Hımmm düşünün… Kış güneşi çoktan odanıza dolmuş. Odanın ihtişamlı kapısından içeriye taze kızarmış ekmek kokusu sızıyor. Naif bir ses “Kahvaltınızı hemen mi alırsınız efendim?” diye soruyor. O ses, size sabahlığınızı giydiriyor, ardından yatağınızdan doğrulup yavaşça pencereye yöneliyorsunuz. Ayağınızın altında adımlarınızı yumuşatan ipekli halılar serili. Tavandan yere uzanan işlemeli kalın perdeleri aralıyorsunuz. Ve; “merhaba yeni gün!” Gözlerinizi hafifçe ovuşturup, ileriye bakıyorsunuz. Gördüğünüz şey, bahçedeki manolya ağaçları arasından biraz ötede usulca parıldayan o muhteşem Boğaz manzarası… Ey hayat, yahu sen ne güzelsin!
Hayaller başımızın tacı olsun! Hepimizin yaşamı ayrı bir öykü. Yeter ki, hayal kurmaktan, yaşamımızda amaç edinmekten ve amaçlarımız için çabalamaktan hiç vazgeçmeyelim! Bugünkü yazım İstanbul’un görkemli saraylarından Dolmabahçe Sarayı ve günümüzde müze olarak hizmet veren birbirinden bağımsız iki ayrı yapıyı konu alıyor.
Beşiktaş’ta, denize nazır uzanan, muhteşem bir manzaranın hakimi Dolmabahçe Sarayı... Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyıldaki “Batılılaşma” serüveninde “dönüşen kimliğin” görkemli bir simgesi bu zarif saray. Cumhuriyet sonrasında Atamız’ın da ikamet ettiği, pek çok anıyı kalbinde taşıyan, her daim özelliğini koruyan bir mekan burası! Dolmabahçe Sarayı, bugün bir müze olarak, odaları ve salonlarında çok değerli eşyalar, inovatif kristal eserler, halılar, çini sobalar ve daha nicelerini barındırıyor. Kültürel bir dönemecin “sessiz tanığı” Dolmabahçe Sarayı’nın, dönemin yaşayış ve geleneklerine dair, ziyaretçilerine anlatacağı engin bir birikimi var. Mimarisinin yanısıra, bugün hala bahçeleriyle de göz kamaştıran bir ihtişama sahip!
Tarihimizde hızlıca geriye gidersek…
Dolmabahçe Sarayı, Osmanlı hanedanının son 6 padişahına ev sahipliği yapmıştır. Bilindiği üzere, Kurtuluş Savaşı’nın ardından Büyük Millet Meclisi kararıyla “saltanat” kaldırıldı. Dolmabahçe Sarayı’nda yaşayan son padişah olan Vahdeddin, kararın ardından gemiyle İstanbul’u terk etti. Ve “saltanatsız halifelik” dönemi başladı. Büyük Millet Meclisi kararıyla “halifelik” görevine getirilen Abdülmecid Efendi, 17 Kasım 1922’den “halifeliğin kaldırıldığı” 3 Mart 1924 tarihine kadar ailesiyle birlikte Dolmabahçe’de yaşamıştır. Abdülmecid Efendi’nin kızı Dürrüşehvar Sultan, oğlu Ömer Faruk Efendi ve torunları da bu sarayda dünyaya gelmiştir.
Bugün Dolmabahçe Sarayı Müzesi'nin bence özel bölümlerinden biri de; her ne kadar kısıtlı olsa da; Cumhuriyet döneminin kollektif bilincine ışık tutan Halife Abdülmecid Efendi Kütüphanesi’dir. Kendisi de sanatla çok yakından ilgilenen, hatta “Ressam Şehzade” olarak anıldığı bilinen Abdülmecid Efendi; Fransızca, İngilizce, Almanca’da yazılmış özgün eserleri -yazıldığı dilde- okumayup; erken yaşlarından itibaren nitelikli bir kütüphane oluşturmaya özen göstermiş ve belki de en güzeli; hem kızına, hem oğluna modern bir eğitim aldırmayı tercih etmiştir. Koleksiyonda, yurt dışından Victor Hugo, Jean Jacques Rousseau, Henrik Ibsen ve Goethe gibi büyük düşünür ve yazarların eserleri; yurt içinden Namık Kemal, Halit Ziya, Tevfik Fikret, Fatma Aliye ve Halide Edip gibi Türkçe’nin büyük yazarlarına ait eserler; ve ayrıca Mustafa Kemal Atatürk ve İnönü döneminde satın alınmış veya hediye gelmiş eserler yer almaktadır. Gerçekten, sarayın içinde kendine has bir auraya sahip olan bu bölümde, dönemin Batılılaşma ve Cumhuriyet ruhunun izleri hala kendini hissettiriyor…
***
Halifeliğin kaldırılması süreci, hanedan üyelerinin ülke dışına çıkarılmasıyla son bulur. O günkü saraylı yaşamın kalıntıları ise bugün Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’na bağlı olan Saray Koleksiyonları Müzesi’nde sergilenmektedir.
Müzede yer alan, son halife Abdülmecid’in kızı Dürrüşehvar Sultan’ın 10 yaşına kadar kullandığı eğitim gereçleri ve oyuncaklarına bakarak saray çocuklarının eğitimi ve gündelik yaşamıyla ilgili önemli bir fikre sahip olmak mümkün. Müzede yer alan tüm eserler, Osmanlı sarayının dünyadaki gelişmeleri yakından takip ettiği bir dönemin özgün örneklerinden derlenmiş. Koleksiyon, yalnız Dolmabahçe Sarayı’nda kullanılmış eşyalardan değil, aynı zamanda Aynalıkavak, Küçüksu, Ihlamur, Maslak Kasırları ile Beylerbeyi ve Yıldız saraylarında Osmanlı İmparatorluğu’nun son 70 yıllık sürecine tanıklık etmiş eserlerden oluşuyor.
Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan Dolmabahçe Sarayı Saray Mutfakları (Matbah-ı Amire) binasında açılmış olan müze, Beşiktaş-Kadıköy İskelesi’nin hemen sol tarafında yer alıyor. Şaşırtıcı olan şu ki 6 yaşından itibaren “öğrenci” statüsünde olan tüm çocuklardan giriş ücreti alınıyor. Yeni uygulamaya konan Kültür Bakanlığı’na bağlı Müzekart’ın Milli Saraylar’a bağlı yerlerde de “geçmesi” kararı sayesinde ben ücret ödemedim ancak; kızım için ücret istendi. Şaşkınlık! Mühim olanın kültür mirasını öğrenmek isteyen -öğrenmesi gereken- çocuklara hizmet etmek olmadığını ortaya koyan üzüntü verici bir durum bu! Yetkiliye konuyu dile getirdiğinizde “Burası Kültür Bakanlığı’na bağlı olmadığı için böyle bir uygulama var”; cevabını alıyorsunuz. Bakanlık da, Milli Saraylar Dairesi de Türkiye Cumhuriyeti halkına hizmet için çalışmıyor mu zaten?.. Güler misiniz, ağlar mısınız?..
Saray Koleksiyonları Müzesi’nin ana teması, Dolmabahçe Sarayı başta olmak üzere, 19. yüzyıl Osmanlı saraylarında gündelik yaşamda kullanılmış olan ve Millî Saraylar envanteri içinde yer alan objeleri gün ışığına çıkarmak ve ziyarete açık hâle getirmek. Koleksiyon, dönemin yaşam standartlarına dair ipuçları sunuyor. Ziyaret etmek isteyenler için bir ön bilgi daha vereyim, bu müzede fotoğraf çekmek yasak.
Dolmabahçe...
Dolmabahçe Sarayı’nın bulunduğu koy, 17. yüzyıla dek Boğaziçi’nin “doğal bir liman görünümündeki” güzel koylarından biri olarak anılmakla birlikte bu noktada tarihin iki önemli olayının da gerçekleştiği rivayet edilir: İlki, “Altın Post”u aramaya çıkan Argonotlar’ın efsanevi gemisi “Argo”nun burada demirlediği; ikincisi ise Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi sırasında Haliç’e indirmek üzere gemilerini karaya çıkardığı yerin burası olduğudur.
Zaman içinde çeşitli dönemlerde padişahlar tarafından yaptırılan köşk ve kasırlarla donatılan Dolmabahçe, “Beşiktaş Sahil Sarayı” adıyla anılmaya başlamıştır. Beşiktaş Sahil Sarayı, Sultan Abdülmecid döneminde ahşap ve kullanışsız olduğu gerekçesiyle 1843 yılından başlayarak yıktırılmış ve aynı yerde günümüze dek gelen Dolmabahçe Sarayı’nın temelleri atılmıştır. Yapımı, çevre duvarlarıyla birlikte 1856 yılında bitirilen Dolmabahçe Sarayı 110.000 m2’yi aşan bir alan üstüne kurulmuş ve ana yapısı dışında 16 ayrı bölümden oluşmuştur. Bunlar saray ahırlarından değirmenlere, eczanelerden mutfaklara, kuşluklara, camhane, dökümhane, tatlıhane gibi işliklere uzanan bir dizi içinde, çeşitli amaçlara ayrılmış yapılardır. Bu yapılar arasına, Sultan II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) Saat Kulesi ve Veliahd Dairesi arka bahçesindeki Hareket Köşkleri eklenmiştir.
Dolmabahçe Sarayı’nın mimarlığını, dönemin pek çok önemli anıt eserinde imzası olan Balyan Ailesi’nden Garabet Amira Balyan üstlenmiştir. Uzman görüşlerine göre; biçimde, ayrıntılarda ve süslemelerde gözlenen belirgin “Batı etkileri”ne karşılık saray, bu etkilerin açık biçimde “Osmanlı ustalarınca yorumlanmış” bir uygulama örneğini teşkil eder konumdadır.
Cumhuriyet Dönemi’nde, 1927 yılından itibaren Mustafa Kemal Atatürk’ü de ağırlayan Dolmabahçe Sarayı günümüzde farklı bölümleri ile müzeseverlerin ziyaretine açık durumda. Her 10 Kasım’da burada oluşan “duyarlı” kalabalığı ve gözyaşlarına yansıyan kalplerdeki “yeri doldurulamaz hasreti” bu yazıda anmamak olur mu? Saygı ve minnetle, Ata’m izindeyiz!
“Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.” -Mustafa Kemal Atatürk
Ve Resim Müzesi…
Resim Müzesi de günümüzde T.C Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteriyor. İnşa edildiği dönem olan Sultan Abdülmecid döneminde “tahta çıkmaya aday” veliahtların ikametine ayrılmış olan bugünkü müze binası, “Veliaht Dairesi” adıyla anılır ve aynı zamanda Dolmabahçe Saray kompleksinin mimari bir parçasıdır. Binanın giriş kapısı Beşiktaş tarafında yer alıyor. kapıdan içeri girdiğinizde, iki yanında ağaçların sıralandığı, ucunda çok güzel bir deniz manzarasına doğru yürürken buluyorsunuz kendinizi… Altını çizmek isterim ki, yeşilden maviye akan bu kısacık yol, sanatseverlerin ruhuna dokunacak güzellikte!
İlkin, 1937 yılında Atatürk’ün özel emri ile “Resim ve Heykel Müzesi” adı altında ziyarete açılan bu müze, zaman içinde yapısal değişiklikler geçirmiş ve günümüzde sadece resim sanatına yönelik olarak düzenlenmiş tematik bütünlük içeren 11 bölümden oluşuyor. Müze geziniz sonrasında, binanın hemen giriş bölümünde yer alan Şeker Ahmet Paşa Çay Salonu’na da uğramanızı tavsiye ederim. Az önce karşısında durup uzun uzun baktığınız, sizi farklı duygulara, farklı zamanlara taşıyan o nadide tabloların keyifli etkisini, sarayın içinden bir bakışla soluklanacağınız bu mekanda bir süreliğine daha uzatmanız mümkün olabilir. Benden söylemesi…
Bilindiği üzere, 18. ve 19 yüzyıl Osmanlı’nın batılı devletler ile ilişkilerinin yoğunluk kazandığı bir dönemdi. Sanayi, kültür-sanat ve günlük hayata yansıyan pek çok dönüşüm ve yeniliklerin ard arda sıralandığı bu dönemde resim sanatındaki Batılılaşma çabaları oldukça ön plana çıkar. Yurt dışından ressamlar gelir, devlet adamları karşılıklı olarak birbirlerine tablolar hediye ederler. Ve birçok padişah da resim eğitimi alır, hatta bu konuda profesyonelleşirler. O yıllar, ilk güzel sanatlar okulu olan Sanayii Nefise Mektebi’nin açılışına, İstanbul’un Pera bölgesi ve çevresinde ufak ve az da olsa sergilerin açılmaya başlamasına tanıklık eden bir dönem olarak anılır. Oldukça kıymetli eserler veren yerli sanatçılar yetişir ve Osmanlı’da Batı anlayışla çağı yakalayan bir resim sanatı gelişmesinin önü açılır.
Resim Müzesi bugün, 200’ün üzerinde esere ev sahipliği yapıyor. Müzenin bölümlerini şöyle sıralayabiliriz:
- Sultan Abdülmecid / Sultan Abdülaziz Salon
- Osmanlı’da Batılılaşma
- Abdülmecid Efendi / İstanbul Görünümleri
- Goupil Galerisi’nden Saraya Satın Alınan Tablolar
- İvan Konstantinoviç Ayvazovski Salonu
- Saray Ressamları
- Oryantalist Ressamlar: Doğu’nun Cazibesi
- Yaver Ressamlar
- Türk Ressamları (1870-1890)
- Portreler ve Tarihi Konulu Kompozisyonlar / Osmanlı Sarayında Manzara
- Türk Ressamları (1890-1930)
Gerçekten de bu bölümlerin her biri sergilenen eserlerle kendine has bir atmosfere ve değere sahip. Veliahd Dairesi’nin en görkemli bölümü olan ştuk kaplamalı duvarlarıyla “Tören Salonu”, bu görkeme yaraşır bir biçimde büyük Rus ressam İvan Konstantinoviç Ayvazovski’ye ayrılmış. Ben buradaki eserleden çok etkilendim… Denizi resmeden ve ışığı muazzam bir yetkinlikle kullanan Ayvazovski’nin eserlerinde romantizm ve realizmin bir aradalığını incelemek ve tekniğiyle yarattığı etkileyici manzaraları seyre dalmak mümkün.
Saray Ressamları bölümünde, Fausto Zonaro, Stanislaw Chlebowski gibi saray ressamlarının eserlerini; Oryantalist Ressamlar bölümünde doğunun estetiğini batının perspektifinden yansıtan eserleri; Yaver Ressamlar bölümünde Şeker Ahmet Paşa, Osman Nuri Paşa gibi dönemin önemli asker ressamlarının tablolarını; Türk Ressamları (1870-1890) bölümünde 2 ve 3. kuşak ressamlarımızdan Osman Hamdi Bey, Süleyman Seyyid gibi isimlerin eserlerini; Portreler ve Tarihi Konulu Kompozisyonlar/Osmanlı Sarayında Manzara bölümünde padişah portrelerinden manzara tablolarına kadar geniş bir seçkiyi; Türk Ressamları (1890-1930) bölümünde ise Hikmet Onat, Diyarbakırlı Tahsin ve İbrahim Çallı gibi Cumhuriyet sonrası Türk resminin gelişimde öncü olmuş isimlerin tablolarını incelemek mümkün.[1] Giriş katında bulunan Yaver Ressamlar bölümüne doğru yürürken sağ tarafınızda sizi sürpriz bir Mustafa Kemal Atatürk portresi bekliyor. Eserin canlılığı ve gerçek ölçülere yakınlığı sizi bir an için Ata ile göz göze getiriyor ki, o anın hislerini sözlere dökmek güç…
İstanbul’da güzel bir kültürel miras gezisinin daha sonuna geldik dostlar. Keyifle okuduğunuzu umarım…
Bugünün son sözü: Bırakın sanat hayatınıza dokunsun!