“Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi, bahar geldi güneşin doğduğu yerden!”
Tarih 22 Mart 2020. Dün gece kuzey yarımkürede ilkbakar ekinoksu yaşandı. “Vakit tamam, artık resmen ilkbahar!” diye haykırmak geçiyor içimden. Oysa, tüm dünya ölümcül bir virüsün pençesinde kıvranıyor… “Sosyal mesafe” önlemlerinin hayatımıza bu denli hakim olduğu, tarihten hatırlanagelen, başka hiçbir dönem yok! Gökte gezegenler adeta yanyana saf tutmuş, yeryüzünde vuku bulan insani yok oluşu izliyor. Hayatlar sıkışmış; süregelen dünya düzeni donakalmış halde. Dünya dönmek istemiyor, sırtında yük gördüğü ne varsa atmak istiyor gibi…
Öte yanda ise doğa yenileniyor! Ve bir “tamamlanma enerjisi” taşıdığı kesin. Her daim olduğu gibi, doğa ana, “yaşamsal” olanın yegane temsilcisi… Neşeyle cıvıldayan kuşlar, tomurcuklanan çiçekler, ağaçlar, renklenen toprak ve gökte daha bir içtenlikle ısıtan Güneş…
Bugünlerin özeti şu: İnsanlar evlerinde korkularıyla yüzleşiyor; dışarıda ise hayat var! Dışarı çıkmak için can atıyor olsak da, önlemlere uymak hayati bir sorumluluk. Ataol Behramoğlu’nun ilkbaharı müjdeleyen o coşkulu dizelerindeki ruha, sahiden özlem duyduğumuz günlerdeyiz. Ancak her zorluğun bir sonu var. Elbet bu da bitecek! Doğa uyanıyorsa, umut da kapıdadır! Ve belki de kapının anahtarı geçmiş kültürlerin yaşantısında saklıdır… Bu yazımda, Anadolu’da bahar bayramı kutlamaları geleneğini ele aldım. Geçmiş çağlarda iz sürerken bakın kendimi nerede buldum?
Bugüne Işık Tutan Hititler
Kış aylarından sonra gelen mevsimsel canlanışın doğaya yansımaları hemen hemen bütün Antik Çağ toplumları tarafından kutlanmaya değer bir olay olarak görülmüştür. Bahar bayramları geleneği de bu düşünceye dayanmaktadır. İnsanoğlunun doğanın bir parçası olduğu gerçeği, özellikle yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasına imkan tanıyan toprağın verimliliği ve tarımsal üretimin artması; belki de bu mevsimde kolaylaşması; “Yaratan”a, antik dönemdeki “Tanrı inancı”na duyulan minnet ve şükran duygularıyla bezenmiş bir şölen, festival, bayram havasına dönüşerek tüm toplumu içine alan kadim bir geleneğe dönüşmüştür.
Günümüzde süregelen “Hıdırellez” ve “Nevruz” gibi bayramlar da eski Ön Asya’daki kutlamaların devamı niteliğindedir. Hatta bu konuda daha net cümleler kurmamız mümkün. Çünkü yapılan araştırmalar, günümüzde Anadolu kırsalında ve Asya kıtasında devam eden kutlama ritüellerinin Antik Çağdaki geleneklerle neredeyse birebir örtüştüğünü kanıtlamıştır. Şehirleşmenin hızlanması, teknolojik gelişmelerin hayatları değiştirmesiyle birlikte unutulan bazı kadim gelenekler, kırsal alanda yaşamaya devam etmektedir. Daha coşkulu bir ifadeyle, Anadolu’nun kültür mirası yine Anadolu’da var olmaya devam etmektedir!.. Umarım böyle de devam eder. Topraktan kopan insanlar; ve beraberinde “doğaya hükmedeceğine inanan düşünce” yükseldikçe, toplumsal katmanlar arasındaki uçurum ve aynı zamanda doğanın katliamı önlemediği gibi; geri döndürülemez bir hal alarak hayatlarımızı alaşağı eden bugünlere de zemin hazırladığı şüphe götürmez bir gerçek… Bütün temennim, doğanın uyanışının insanlığın da uyanışına vesile olmasıdır!
Anadolu’nun kadim uygarlıkları hakkında yaptığı çalışmalarla bize ışık tutan değerli akademisyen Sedat Alp’e kulak verelim birlikte:
“Biz Türkler kendimizi Atatürk’ten beri kan bakımından Hititler’in varisi sayarız. Atalarımız Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Orta Asya’da gelip Anadolu’ya yerleşince Orta Asya’da getirdikleri kültür değerlerini koruyarak, eski Anadolu’nun yerli halkı ile yanyana yaşadılar. Onları imha etmediler. Onlarla karıştılar ve kaynaştılar. Günümüz Anadolu Türkleri’nin damarlarında Hititler’in de kanı akmaktadır. Atalarımız eski Anadolu uygarlıklarının kültür değerlerini alarak kendi kültür değerleri ile birleştirdiler ve bir kültür sentezi yarattılar. Eski Anadolu uygarlıklarını benimsedikçe ve onları korudukça dünyada saygınlık kazanırız.
Ankara’ya gelen bir yabancının görmek istediği ilk yer Avrupa müzeleri arasında birinci seçilen Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve orada sergilenen dünyada eşi benzeri olmayan Hitit koleksiyonlarıdır.
Güneşli bir ilkbahar günü Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne gittiğim zaman müze önünde gördüğüm arka arkaya dizilmiş turist otobüslerinde bulunan ziyaretçilerin sayısından bir Hititolog olarak gurur duyuyorum!” [1]
Gerçekten de Anadolu’nun dünyada hüküm süren uygarlıklara kültürel bir zemin oluşturan belki de en zengin ve çeşitlilik gösteren çağı Hitit Çağıdır. Boğazköy kazılarında gün ışığına çıkartılan -30.000’den fazla- çivi yazılı tablet ve tablet parçaları bize Hattuşa (Boğazköy) merkezli, “Antik Çağ’ın süpergücü” demek yerinde olacaktır, Hitit Devleti hakkında çok şey söylemektedir.
Hititler’de Bahar Bayramları
Bugün, Hititler’in kullandığı takvim ile bilgilerimiz henüz sınırlıdır. Ancak, tüm Mezopotamya’da olduğu gibi Hititler’in de Ay Takvimi’ni kullandıklarını biliyoruz. Bu takvimin ilk ayı ilkbahar başlangıcına denk gelmektedir. Iklim koşullarına bağlı olarak oluşturulan Hitit takvimi aslında mevsimlik tarım faaliyetlerini koordine eden bir tür “tarım takvimi”dir ve üç mevsimi esas alır:
- Hameşha (İlkbahar)
- Zena (Sonbahar)
- Gim (Kış)
Buna ek olarak, bazen “Ebur” adında “yaz” aylarına denk gelen bir ara mevsim de kullanılmıştır. Bu takvimde bir yıl 12 aydan oluşur ve her bir ay yaklaşık 28 ya da 29 gün olarak hesaplanır. “Bu takvimde yıl, bitkilerin çiçek açtığı bahar mevsiminde (Hameşha) başlıyordu. Eldeki belgelerden de anlaşıldığı üzere Hameşha, çiçek ve (özellikle Anadolu’nun yüksek bölgeleri için) yağmur mevsimiydi. Bu mevsimin yağmurlu olduğu, bazı meyve ve sebzelerin bu zamanda yetişmeye başladığı bilinmektedir. Hameşha, Mart ortasında başlıyor ve Haziran ortasına kadar devam ediyordu. Yılbaşı, bu mevsimde Purulli bayramıyla kutlanıyordu. Ayrıca, Anadolu’da yağmurların Haziran ayına kadar devam etmesi sebebiyle, yağmur bayramları da bu mevsimde kutlanıyordu. Tüm ilkbaharı ve yaz başlangıcını kapsayan Hameşha mevsiminde, Anadolu’da üzüm ve kabuklu yemiş gibi meyvelerin hasadı yapılıyor, yazlık ürünler ekiliyor, yaylalara çıkılıyor ve hayvanlar da otlaklara çıkarılıyordu.”[2]
Hitit kültüründe kesinleşmiş bir “bayram takvimi” olduğu da bilinmektedir. Her bayram kendi içinde farklı ritülleri barındırır. Bayramlar; Tanrılara adak ve kurban sunmak, tapınakları ziyaret etmek gibi dini ve resmi yönüne ek olarak; yarışmalar düzenlemek, dans etmek, sahne oyunları sergilemek gibi eğlence ve festival havasını canlı tutan daha dünyevi, insana yönelik ve aynı zamanda folklorik bir tınıya da sahiptir.
Sayısı 165’in üzerinde olan bu bayram kutlamaları, bir tür zorunluluk da içeriyordu. Çünkü, kutlanmayan bir bayram “Tanrılara hakeret” gibi algılanıyor ve cezasının tüm ülkeyi etkileyecek “kötü olayların habercisi” olduğu düşünülüyordu. II. Mursili’nin Purulli Bayramı’nı kaçırmamak için, askeri bir seferi yarıda bırakıp Hattuşa’ya geri dönmesi, bayram kutlamalarının önemine işaret eden açık bir bilgidir. Yine; “Hitit kralı II. Muršili’nin babası Šuppiluliuma, Mitanni ülkesinde bulunduğu için Arinna şehrinin Güneş Tanrıçası’nın bayramlarını geciktirmiştir. II. Muršili’nin belgelerinde yankı bulan bu ihmalin bedeli çok ağır olmuştur. Ülkeyi kırıp geçiren, Šuppiluliuma’nın ve oğlunun ölümüne sebep olan veba salgını bu ihmalin cezası olarak kabul edilmiştir. Muršili tahta çıkar çıkmaz, üstelik birçok düşman ülkesinin ona savaş açmış olmasına ve ülkenin ciddi sıkıntılar içinde bulunmasına rağmen, o, herhangi bir ülkeyle savaşmadığını belirtir ve ilk iş olarak Arinna şehrinin Güneş Tanrıçasının düzenli bayramlarını kutlamış olmasıyla övünür.”[3] Özünde, hem ülkenin hem de kralın selameti doğanın ritmiyle paralellik taşımaktadır.
PURULLİ BAYRAMI: “Hititlerin başlıca bayramı, İlluyanka yılanının öldürülmesine ait olan Purulli Bayramı idi. Kış sonunda, ya da ilkbahar içinde yapılırdı”[4] Durgun geçen kış mevsiminin ardından, doğanın yeniden canlanması bir festival havasında hemen tüm ülkeyi içine alacak şekilde kutlanırdı.
“İlluyanka’nın temsil ettiği karanlık ve kötü güçler üstünlüğü ele geçirdiğinde, yağmurlar kesilecek, ürünler kuruyacaktır. Yani mevsim sonbahardır (sonbahara doğru). İlluyanka ile ölümüne savaşa tutuşan Fırtına Tanrısı’nın temsil ettiği güçler üstün geldiğinde ise, tabiatcanlanacak, ekinler büyüyecek, ülke bolluk içinde olacak, depolar dolacaktır. Yani mevsimilkbahardır (ilkbahara doğru). Kışa doğru ölen tabiat baharda yeniden dirilecektir.”[5] Nerik kentine ait olan bu bayram, Hatti kökenlidir ve “purulli(ya)”, yani “toprak” terimi ile ilişkilendirilir. Törenlerde, Hatti kökenli tanrılardan Fırtına Tanrısı Telipinu ve Inara ön plana çıkmaktadır. “Hattuša’dan başlayan tören alayı, varacağı noktaya ulaşmadan önce, Güneş Tanrıçası’nın şehri Arinna da dahil olmak üzere bir çok kentten geçmekteydi. Varılacak nokta ise Fırtına Tanrısı’na yapılacak ayinler için ayrılmış bir kent olan Nerik’ti. Bu kente gelindiğinde “ilkbahar şenliği kutlamaları” doruğa ulaşırdı.” [6]
AN.TAH.ŠUM.SAR BAYRAMI: 38 gün süren ve soğanlı bir bitki olduğuna kanaat getirilen AN.TAH.SUM.SAR bitkisinin – Anadolu kırsalında halen “nevruz çiçeği” olarak anılmaktadır- ilkbaharın müjdecisi olarak toprakta kendiliğinden yeşermesi ve çiçeklerini açmasına denk gelen zamanda kutlanırdı.
NUNTARİYASHA BAYRAMI: Yaklaşık 50 gün sürdüğü bilinen bu bayram, “nuntariyasha” yani “acele etme” fiili ile anılır. Kral ve Kraliçe’nin, bütün Hitit ülkesi boyunca bir kutlamadan başka bir kutlama alanına acele ederek seyahat etmesini ifade ettiği düşünülen bu kutlamalar dizisi, esasen kült merkezlerinin ziyaretini kapsar.
Nuntariyasha ve Antahsumsar Bayramları benzerlikler göstermektedir: “Her iki bayramın güzergâhları da aşağı yukarı aynı olup İç ve Kuzey Anadolu’daki önemli kült merkezlerini kapsamaktadır. Bütün bu kentler, Kızılırmak nehrinin çizdiği kavis üzerinde bulunmakta, genelde Hitit başkentinin kuzey ve kuzeydoğusunda, ayrıca güneyinde yer almaktadır. İki bayramda da kral, kraliçeyle birlikte hafif at arabasıyla ziyaretler yapmaktadır. Her iki bayramın da büyük bir bölümünü teşkil eden yolculukla; hem ülkenin çevre kentlerinde tapınılan Tanrılara saygı sunulmakta, hem de kralın ülke üstündeki denetimi vurgulanmakta ve onun tanrısal gücü meşrulaştırılmaktadır. Kraliçenin ayinlere doğrudan katılması Nuntariyašha ve Antahsumsar bayramlarının diğer benzer özelliklerindendir.”[7]
Bu çok renkli kutlamaları anlatan arkeolojik mirasımızı da burada dile getirmek isterim:
- Eski Krallık Dönemi’ne tarihlenen “İnandık kült vazosu”
- Hüseyindede’de ele geçen yine aynı döneme tarihlenen “Hüseyindede vazoları”
- AN.TAH.ŠUM.SAR Bayramı’nın tasvirlerini içeren “Alacahöyük kabartmaları”
Hattuşa’nın Bugünü: Boğazkale
Malum şimdi mevsim bahar. “Bahar, Hattuşa’da ayrı bir güzel olur” derler. Hadi, gelin İstanbul’dan oraya uzanalım birlikte…
Hattuşa konumu itibariyle ilk çağlardan itibaren birçok medeniyetin hüküm sürdüğü bir coğrafyadır. Bugünkü adıyla Boğazkale… Doğu’da Alaca, kuzey ve batıda Sungurlu, güneyde ise Yozgat ile sınırları mevcut olup Çorum il merkezine uzaklığı 86 kilometredir. M.Ö 1650-1200 yıllarında Hitit İmparatorluğu’na "başkentlik" yapmıştır. Sahip olduğu doğal güzellikleriyle de etkileyicidir. “Hititler’den günümüze dek suyu hiç eksilmeyen Budaközü Çayı ovaya hala hayat vermektedir. Yeşillikler içinde küçük şelalelerin olduğu Kayalıboğaz Kanyonu görümeye değerdir. Burada bulunan Hoşur Şelalesi suyun kayaları oyması ile kendi formunu almış, türüne az rastlanır bir doğa harikasıdır. Kanyon yabani fındık, incir, kızılcık ve meşe ağaçları başta olmak üzere yeşilin her tonunu görebileceğiniz bir bitki örtüsüne sahiptir. Kanyonda yürüyüş esnasında, Büyükkale semalarında sizi selamlayan şahinleri görebilirsiniz. Bir taraftan da aşağıda otların arasında kınalı keklik ve tavşanların koşuşmalarına şahit olursunuz. Çiğdemler, öksüzaliler, yabansümbülleri Boğazkale’yi bir gelin gibi süsler. Göçmen kuşlar; uçuşan kelebekler ve tarla kuşunun şarkısıyla bahar başlar. Hattuşa sanki büyük törenlerle kutlanan eski Hitit Bahar Bayramı’nı (Antahsum) yaşarmışcasına gizemli bir havaya bürünür…” [8]
Dilerseniz, Antikçağ’dan bize dek uzanan şu “illuyanka mitosu” üzerine bir daha düşünelim… Mircea Eliade’nin sözü konumuz ile birebir örtüşüyor: “Her yeni yıl zamanın yeniden başlaması yani kozmogoninin bir ebedi tekerrürüdür.” İlluyanka, Fırtına Tanrısı tarafından öldürülse de savaş için her sene yeniden doğacaktır. Fırtına Tanrısı ise, sonsuza kadar -son ne zamansa o zamana kadar- düşmanıyla mücadele etmek zorundadır. Çünkü, mücadele süreklidir, her yıl tekrarlanmalıdır. Çünkü, mevsimlerin ve doğanın dönüşümü süreklidir. Doğa ile uyumlu yaşarsak, bizler de yaşamsal mutluluğu ve huzuru bulabiliriz!
Nice baharlara, nice bahar bayramlarına, hep birlikte güzel günlere!..
[1] “Hitit Çağında Anadolu”, Sedat Alp, Tübitak Yayınları
[2] “Hititlerin Astronomi Bilgisine ve Hitit Takvimine Bir Bakış”; https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/13237
[3] “Hitit Kültür Dünyasında Bayram Ritüelleri”; https://www.academia.edu/30830556/H%C4%B0T%C4%B0T_K%C3%9CLT%C3%9CR_D%C3%9CNYASINDA_BAYRAM_R%C4%B0T%C3%9CELLER%C4%B0
[4] “Anadolu Tanrıları”, Halikarnas Balıkçısı, Bilgi Yayınevi
[5] “Hitit Kültür Dünyasında Bayram Ritüelleri”; https://www.academia.edu/30830556/H%C4%B0T%C4%B0T_K%C3%9CLT%C3%9CR_D%C3%9CNYASINDA_BAYRAM_R%C4%B0T%C3%9CELLER%C4%B0
[6] “Hitit Kültür Dünyasında Bayram Ritüelleri”; https://www.academia.edu/30830556/H%C4%B0T%C4%B0T_K%C3%9CLT%C3%9CR_D%C3%9CNYASINDA_BAYRAM_R%C4%B0T%C3%9CELLER%C4%B0
[7] “Hitit Kültür Dünyasında Bayram Ritüelleri”; https://www.academia.edu/30830556/H%C4%B0T%C4%B0T_K%C3%9CLT%C3%9CR_D%C3%9CNYASINDA_BAYRAM_R%C4%B0T%C3%9CELLER%C4%B0
[8] “Hattuşa, Zamana Direnen Başkent”, T.C Boğazkale Kaymakamlığı tanıtım kitapçığı