Siyah-beyaz günlerden geçiyoruz,
Vakit içimizdeki renkleri bulma,
Vakit o renkleri yeniden canlandırma vaktidir!
Bu dizeler, bugüne dair. Yaşanmakta olanları düşününce içimden geçenleri bir nebze anlatıyor... Birazdan sizinle paylaşacağım İznik seyahat notlarım ise bugünlere ferah bir nefes verecek güçte. Okuyunca bana hak vereceğiniz kanaatindeyim. Hadi buyrun!
Bir Şiir Diyarıdır İznik!
Bir gün hayal edin ki; güneş, hafif rüzgarlarla kol kola dans ediyor İznik Gölü sularında… Kuşlar havalanıyor aheste… Sazlıklar arasında kürek çekiyor gençler renkli kanolarda gülüş ahenk. Rıhtımdaki çay bahçelerinde sohbet eden ahalinin sesleri karışıyor gölün suyuna… Asırlar öncesinde burada hayat bahara yüz tutmuş bir kere. Mevsim ne olursa olsun bu antik kentin tınısında bahar var!
Renkleri doğadan, ruhu tarihten güç alıyor İznik’in. Burada zaman hep telaşsız, hep doğadan yana akıyor…
Meyve bahçeleri ve ekili alanlar sarıyor bugün de beldenin dört bir yanını. Doğa burada tümüyle insana kucak açmış durumda. Ilıman iklimiyle mütevazi yaşamlara ev sahipliği yapıyor.. Burada yüksek yapılar yok. Tarihi yapılar dahi dikine mimari anlayışına bulaşmamış. Her mevsim yeşil kalabilen ovada bugün ile dün yanyana, birlikte varolmaya devam ediyorlar. İznik bütünüyle bir "açık hava müzesi" görünümünde! Asırlık çınar ağaçları dizili yürüdüğünüz yol kenarlarında. Dalları göğe uzanan bu anıt ağaçlar, geniş gövdeleriyle de toprağın ve bölge insanının mirasını muhafazaya gönüllü gibiler…
Peki ya çiniler? Mavi, firuze, yeşil ve kırmızı renkleriyle kendisine hayran bırakan ateş çiçekleri… Selçuklu mimarisinin doruğa ulaştığı 13.yüzyılda gelişen ve mimari eserlerin çinilerle bezenmesi geleneğini başlatan usta sanatkarlar işte böylesi güzel bir çevrede yetişmiş. Onların geliştirdiği sanatsal görüş İznik’i yaşatmaya, İznik’i anlatmaya devam ediyor…
İznik biraz Hellen, biraz Roma ve ardından Bizans… İznik, köklerinde çokça Selçuklu… İznik, Osmanlı kültür, sanat ve mimarisinin saklı başkenti… Uygarlık izlerinin birbirine karıştığı güzel İznik; arkeoloji, tarih, din ve sanat uzantılarının eşsiz bir kültürel mirasa dönüşmüş hali. İznik, tüm konukseverliğiyle, ziyaretçilerini lirik bir şiirin dizelerinde gezinmeye davet ediyor…
Rüya Kentin Tarihi Kökleri
Tarihin her döneminde insanlığın ilgi odağı olan İznik’in antik çağdaki ismini biliyor musunuz? Kentin kurucusu Yunan mitolojisine göre Şarap Tanrısı Dionysos’dur. Bu mit bize bölgenin sahip olduğu verimli toprakların sırrını da fısıldar. Kentin antik çağdaki adı “Nikaia”dır.
Topraklarında bulunan höyüklerde M.Ö 2500 yıllarına tarihlenen uygarlık izlerine rastlanan Nikaia; ilkin, Büyük İskender’in ölümü ardından Frigya bölge satrabı Antigonos tarafından -M.Ö 3. yüzyılda Askanya Gölü kıyısında imar edilerek- “Antigoneia” ismiyle tarih sahnesinde rol almaya başlar. Ardından kenti, eski Trakya satrabı Lysimakhos ele geçirir. O dönemki geleneklere istinaden kent, Lysimakhos’un eşi “Nike”ye ithaf edilerek “Nikaia” adını alır. M.Ö. 293’de kent Bithynia Krallığı’na bağlanır. Oldukça önemli mimari yapılar inşa edilir bu dönemde, krallık adına altın sikkeler basılır. Kent “Altın Kent” olarak ün kazanır. Ta ki, uzun yıllardır savaştıkları Roma İmparatorluğu kenti ele geçirene dek. Bu güzel göl kenti böylelikle “Nicea” adıyla anılmaya başlanır. M.S 259 yılında Gotların saldırısına uğrayan kenti korumak amacıyla Romalılar, güçlü surlarla çevreler. Sur yapısı; 4 ana, 12 tali kapısı olan toplamda 4970 metre uzunluğundadır. M.S 476 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca, Nicea, sonraları “Bizans” olarak anılan Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde kalır. Bu dönemde kent, yoğun bir imar sürecine alınır; kiliseler, su yolları ve sarnıçlarla donatılır.
Takvimler 1071 yılını gösterdiğinde, Anadolu tarihi Selçuklu Türkleri’nin emin adımlarıyla yeniden şekillenmeye başlar. Selçuklular, 11.yüzyıl sonlarında Bizans içlerine doğru ilerler. 1075 tarihinde Kutalmışoğlu Süleyman Şah, kentin sağlam surlarını aşarak feth eder. Kendisi de bu güzel kente yerleşir. Ardından, 1080 yılında, temelini atmakta olduğu Anadolu Selçuklu Devleti'nin başkenti ilan eder. Böylelikle, Nicea (İznik) Türkler’in Anadolu’daki ilk başkenti olur.
I.Haçlı Seferi sırasında kuşatılan Nicea, çetin savaşlardan sonra Bizanslılar’a yeniden teslim edilir. Böylelikle kentte “II. Bizans Dönemi” başlar. Haçlı Seferlerinin yeni hedefi bundan sonraki dönemde Constantinapolis (İstanbul)’dur. 1024 yılında İstanbul’da bir Latin İmparatorluğu kurulur. Bizans saltanatı ise Nicea’ya yerleşir. Bu tarihten itibaren 57 yıl boyunca Nicea, esas başkenti Latin işgali altında olan Bizans İmparatorluğu’nun yönetim merkezi olarak görev yapar. Bu dönemde kenti çevreleyen sur yapısı güçlendirilir. Bizans yönetimi, 1261 yılında, İstanbul’u yeniden ele geçirerek Latin işgaline son verir. İstanbul yeniden yönetim merkezi olurken, Nicea bir nebze de olsa gözlerden ırak kalır.
“Nicea”dan “İznik”e…
Anadolu’da güçlenmeye başlayan Osmanlı Beyliği, uzun süredir ilgi odağında olan Nicea’nın fethi için aralıklarla seferler düzenlemektedir. Uzun uğraşlar verilir ancak fetih gerçekleşmez. Sonunda o gün gelir! 1331 tarihi Nicea’nın “kalıcı olarak” Türk idaresine geçişinin tarihidir. Orhan Gazi yönetimindeki Osmanlı orduları bu tarihte kenti ele geçirir. Böylelikle, 234 yıl aradan sonra Nicea yeniden Türk idaresine girmiş olur.
“Nicea” isminin “İznik”e dönüşmesi ise başka bir yolculuktur… Yunanca “Eis Ten Nikaioen” (Nikaia’ya) anlamına gelen kelime grubunun “Eis” ve “Nik” kısımlarının, zaman içinde “Eisnik”, “İsnik” olarak telaffuz edilerek, son haliyle “İznik”e dönüştüğü ve toplumun diline yerleştiği uzmanlarca anlaşılmıştır.
Kent, Osmanlı dönemiyle birlikte yeniden canlanır. Sanat, ticaret ve kültür alanlarında hızlı gelişmelere ev sahipliği yapar. Özellikle Sultan II. Murat ve Çandarlılar döneminde İznik, büyük imar görür. İstanbul’dan Anadolu’ya uzanan kervan yolunun önemli bir uğrak noktası olarak gelişen İznik; 14. ve 16. yüzyıllar arasında Türk kültürünün kıymetli eserlere imza attığı bir dönem ile adını tarihe yazdırır. Kent, pek çok sanatkar ve bilim insanının yaşamak için yerleştiği, eserler verdiği, aynı zamanda öğrenciler yetiştirdiği “bir kültür merkezi” halini alır.
Bugünkü sakin İznik’e baktığınızda; tarih sayfaları arasında zorlu çekişmelere sahne olan İznik’ten geriye kalan anıtsal yapıların dışında ses veren pek bir şey yok gibi görünmektedir. Gerçekten de öyle… İznik’in bu kadersel dönüşümünü tetikleyen milad, İstanbul’un fethidir. İstanbul’un Osmanlılar tarafından feth edilmesinin ardından meydana gelen tarihi gelişmeler ne yazık ki İznik’i hızlı bir gerileme sürecine sürükler. Her anlamda eski zenginliğini kaybeden İznik bir tür suskunluğa bürünür. Bursa ilinin gölgesinde hayat sürmeye devam eder. Oysa ne fırtınalı zamanların tanığıdır İznik... “Bursa’nın sakin, ufak bir kasabası işte!” deyip geçmeyin; bakın yaza yaza bitiremedim kentin tarihi geçmişini. Siz bir de sokaklarında, anıt yapılarında, müzelerinde gezinin İznik’in… Bakın o vakit size neler neler anlatıyor?! “Neden İznik’i görüp-tanımalıyım?” diye düşünenler için; taşıdığı dev kültürel miras karşısındaki şu mütevazi duruşu bile yeter!
Tarihin, sanatın ve doğanın sessiz başkenti İznik’teki gezimize kaldığımız yerden devam edeceğiz. İkinci bölüm için takipte kalın!