“Sanat olmasına gerek yoktur fotoğrafın. Fotoğraf tarih olayıdır. Tarihi zaptediyorsun. Bir makina ile tarihi durduruyorsun.” -ARA GÜLER.
Tarihle İç İçe Yaşamak Bu Mudur?
Aphrodisias Antik Kenti, Aydın iline bağlı Karacasu ilçesinde yer alır. Adını Tanrıça Aphrodite’den alan Aphrodisias özellikle Roma çağında Aphrodithe tapınımı ile ünlenmiştir. Günümüzde de çok iyi korunmuş anıt yapıları ile Türkiye’nin en önemli arkeolojik yerleşimlerinden biridir.
Ülkemizdeki kültürel miras farkındalığının belki de en hazin örneklerinden biridir Aphrodisias’ın keşfediliş anı. Ara Güler, yaptığı bir röportajda Afrodisias ile tanışmasını şu sözlerle anlatıyor:
“Devir 1958. Biz basında çalışıyorduk. Benim de görevim nerede açılış varsa oraya gidiyorum Aydın’la Nazilli arasında Kemer Barajı açılıyormuş. Yine Adnan Menderes açıyormuş. Belediyeden bir araba verdiler. Şoför dedi “Ben bir kestirme yol biliyorum, oradan gidelim.” Kestirme yolu tuttu. Tabi biz yolu kaybettik. Sonra gittik köyü bulduk. Baktım bir ışık var. Bir kahve… Kahveye girdik, kahvede masa yok. Sütun başlıklarını koymuşlar masa yapmışlar, üstünde domino oynuyorlar. Tarihin içinde tarihi kullanarak oyun oynayan bir millet. Çok hoşuma gitti.
Tarih ve bugün içi içe yaşamaktadır. Böyle acayip bir yer hayatımda görmedim. Harabe dediğin harabedir. Ama bu öyle değil, bu bambaşka. Bu, tarih içinde yaşayan bir şehir…
Baktım ki taşların içinden suratlar bana bakıyor.”[1]
Köylülerin tarihle iç içe yaşadığını gören Ara Güler, şaşkınlık içinde bu tarihi güzelliklere bakar ve bir dizi fotoğraf çeker. İstanbul’a döndüğünde bu bölgenin tarihini araştırır. Ancak pek bilgi edinemez. Çektiği fotoğrafları ilgili kuruluşlara gönderir, fakat beklediği ilgiyi görmez. Nihayet fotoğrafları Times’a gönderir. Onlar da bölgeye yeniden gidip, renkli fotoğraflar çekip göndermesini ister. Ara Güler, dediklerini yapar ve böylelikle fotoğraflar dünya basınında büyük yankı uyandırır.
Yıllarca kimsenin umursamadan; bilmeden; en acısı da ‘ne olduklarına hiç kafa yormadan’, hatta ‘kimi zaman orjinaline zarar vererek, kırarak, keserek’ günlük hayatlarında kullandıkları o kıymetli tarihi eserler, mimari parçalar, ne yazık ki ancak Amerika’dan gelen arkeologların kazı çalışmalarıyla yeniden kendi kimliğine bürünür. Ardından başlayan farkındalık süreci; bilimsel çalışmalarla konunun aydınlatılması, köyün yeni yerine taşınması ve yıllar sonra 2009 yılında Unesco Dünya Mirası geçici listesine alınarak antik kentin büsbütün koruma altına alınması; son olarak 2017 yılında Dünya Mirası olarak tescili ile nihayet hakkıyla ‘yaşatılması’ sürecine evrilir.
“Aşk ve Güzellik” Denilince Akla…
Dilbilimci ve yazar Stephanos Byzantinos, Aphrodisias kentinin adını “Ninoe” olarak aktarır. Bu ismin Tanrıça İştar’ın Akad dilindeki karşılığı “Nino, Nin ya da Nina”dan geldiği düşünülmektedir. Doğu’nun Aşk ve Savaş Tanrıçası İştar ile Hellen kültüründeki Aşk ve Güzellik Tanrıçası Aphrodite kültleri arasındaki benzerlikler dikkate alındığında “Ninoe” kentinin Hellenistik dönemden itibaren “Aphrodisias” adıyla anıldığı söylenebilir.
Bu noktada sözü “Biz bu diyarın gerçek varisleriyiz” diyerek tüm dünyaya haykıran, “Anadolu uygarlığının, esasen klasik uygarlığın da doğduğu yer olduğunu” gözler dönüne seren üstat Halikarnas Balıkçısı’na bırakmak istiyorum.
“Aphrodite: Güzellik ve sevgi tanrıçasıdır. Şendir, gülüşü pek sever. Bir söylentiye göre, Zeus ve Dione’den, başka bir söylentiye göre de deniz köpüğünden doğmuştur. Aphrodite adı, her ne kadar “köpük” anlamına gelen “aphros” a benziyorsa da, bu sözün köpükten gelmediği ve Grekçe olmadığı anlaşılmıştır. Kendisinin iki özelliği vardır: Aphrodite Urania ve Aphrodite Pandemos. Aphrodite’nin sevgilisi Adonis’tir. Bu genç her ilkbahar dirilir, her sonbahar öldürülür. Anadolu’da dağlarda kışın biten anemonlar ya da kırmızı laleler, Adonis’in kan damarlarıdır. Çoğu kez Aphrodite çıplak olarak temsil edilir; çünkü güzellik örtülemez.”[2]
Antik Kentin Tarihçesi
İlerleyen dönemlerde üzerine tiyatro inşa edildiği bilinen höyük üzerinde yürütülen kazı çalışmaları ile Aphrodisias’ın tarihi M.Ö 5000lere kadar inen prehistorik bir yerleşim olduğu anlaşılmıştır.
M.Ö 6.yy’da Aphrodisias küçük bir köy idi. İlk Aphrodithe Tapınağı da bu devirde yapılmıştır. Bu görünüm M.Ö 2.yy’da ızgara planlı kentin kuruluşu ile değişmiştir. Bu devirde kentte, yaklaşık 1 km’lik bir alana yayılmış 150.000 civarında insan yaşıyordu.
M.Ö 1.yy’da Roma İmparatoru Augustus, Aphrodisias’ı kişisel koruması altına aldı. Bugün ayakta kalan anıtlar ondan sonraki 200 yıl içinde yapıldı. Tiyatro ve tapınak arasında etrafı sütunlarla çevrili iki meydan planlandı. (Tiberius Portikosu ve Agora)
Antik dünyanın en iyi korunmuş stadyumu ise kentin kuzey ucunda yer alıyordu. M.S 3.yy’ın sonlarında Aphrodisias, Roma İmparatorluğu’nun Karia eyaletinin başkenti oldu. M.S. 4.yy’ın ortalarında da kentin etrafı surla çevrildi.
Kent, M.S 6.yy’dan itibaren bayındır halini ve önemini kaybetmeye başladı. Aphrodite Tapınağı kiliseye dönüştürüldü. Hristiyanlığın paganizmin yerini alıp, kente bir piskoposun atanmasına rağmen Aphrodite kültü uzun süre hükmünü devam ettirdi. Bu dönemde paganizmi çağrıştıran “Aphrodisias” adı, “haç kenti” anlamına gelen “Stavrapolis” olarak değiştirildi. Ancak, zaman içinde adeta küçük bir kasabaya dönen kent 12.yy’da tamamen terk edildi.
Roma döneminde Aphrodisias’ta çok başarılı bir heykeltraş okulu gelişti. Bu okulda yetişen sanatçılar, eserlerine büyük ölçüde canlılık ve özgünlük vermeleriyle ünlüydüler. “Aphrodisias ekolü” nü yansıtan eserler, antik dünyanın dört bir yanına ihraç edildi.
Yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda kentte mimarlık ve heykeltıraşlığın yanı sıra tıp ve astronomi alanlarında da çalışmalar yapıldığı belirlenmiştir.
Günümüze ulaşan, kentte görülebilecek başlıca yapı kalıntıları, M.S. 2. yy’da İmparator Hadrianus zamanında inşa edilen hamam, büyük havuzlu agora, M.Ö. 1. yüzyılda Tanrıça Aphrodite için yapılan tapınak, stadyum, tiyatro, tiyatro hamamı, odeon, piskopos sarayı ve felsefe okuludur.
Aphrodisias Müzesi
Müze, Aphrodisias Antik Kenti içinde bulunmaktadır. 1979 yılında ziyarete açılan müzede, sadece Aphrodisias kazılarında elde edilen eserler sergilenmektedir. Eserlerin çoğunluğunu heykeller oluşturmaktadır.
Aphrodisias’ta M.Ö 1.yy ile M.S 5.yy arasında çok nitelikli eser veren bir heykeltraşlık okulunun varlığı bilinmektedir. Müzede M.Ö 5000’den beri Aphrodisias’ta iskan olduğunu belgeleyen Pekmez Tepe ve Akropol Tepe buluntuları olan prehistorik eserler, sikke ve heykeller sergilenmektedir.
Ünlü filozof ve devlet adamlarına ait torso büstlerinin bulunduğu koridorlarda imparator heykelleri, porter heykeller, porter büstler ve dört mevsimi simgeleyen kendine özgü bir lahtin bulunduğu salona ulaşılır. Ara koridorda ise kentin ikinci kurucusu Zoilos’un ana mezarına ait Augustus dönemi kabartmalar görülür.
Molpemene Salonu’nda devlet adamları ve Apollon heykelleri bulunmaktadır. Boksör heykelleri, oturur durumda betimlenmiş sanatçılara ait heykellerin bulunduğu salon Odeon Salonu’dur. Köşede ise, bitmemiş heykeller bulunmaktadır. Cam vitrinde çeşitli dönemlere ait küçük buluntuların sergilendiği koridorda Akhilleus ve Pentasilia heykellerinin ismini verdiği Diskoforos, Genç Herakles ve Çocuk Dionysos’u taşıyan Satir heykellerinin bulunduğu salona geçilir.
Ortada kentin ana tanrıçası Aphrodite’nin kült heykelinin bulunduğu salon da Aphrodite Salonu’dur. Bu salonda, Aphrodite’in baş rahibi Diogenes ve karısı Cilodeia Antonya Tatiana’nın heykelleri, Demos heykeli ve rahip heykelleri yer almaktadır. Ayrıca, müze çevresinde Tiberius Portikosu’ndan getirilmiş kabartmalarla bezenmiş frizler ve lahitler sergilenmektedir.
Anılarımdaki Aphrodisias
Aphrodisias antik kentini ailemle birlikte 2018 yazında ziyaret ettim. İstanbul’dan gün doğmadan yola çıkıp, akşamüzeri oraya vardık. Yol boyunca sıcak bizi epey tüketmişti. Aracımızı park ettik ve orada hediyelik eşya satan küçük bir dükkana antik kente nasıl gidebileceğimizi sorduk. Dükkan sahibi, ‘Burada biraz bekleyin, römork gelir’ dedi. Konuşmamızın üzerinden 10 dk geçti geçmedi, gürültüsü geldi aracın. Biraz şaşırdığımızı itiraf etmeliyim. Etrafta bekleyen başka turist de olmayınca, hemen araca biniş biletlerimizi aldık ve yola koyulduk. Yeşillikler arasından, bir o yana bir bu yana sallanarak yol alışımızı hiç unutamıyorum. Annemle babam hatırladıklarında ‘Çocukluğumuza gittik’ diyorlar. Kızım ise bambaşka bir tat aldı o yoldan… Böylece yorgunluk da uçtu gitti üstümüzden.
Antik kente adım attığımızda ise ‘cennetteyim’ sandım. Mutluluktan koşar adım nereye bakacağımı, nereye gideceğimi şaşırdım diyebilirim. Gerçekten de Aphrodisias; ülkemizde yer alan antik kentler arasında atlattığı onca badireye rağmen “en iyi korunmuş” olanlardan biri ve övgüve değer nitelikte devasa bir sanat eseri!
Bu yıl kenti ziyaret edecekler için önerim, bir günün tamamını bu geziye ayırmalarıdır. Çünkü ören yeri çok büyük ve çok sayıda eserle canlılığını sürdürüyor. Güzel olanı anlatmak, böyle bir kültürel mirasa ev sahipliği yapmak ne güzel değil mi? Ben, şu an yazarken bile gurur duyuyorum.
Orada bulunduğum anlar görümde canlanıyor şimdi… Ah o meydan… Ağaçların arasından bembeyaz göğe uzanan Tetraplyonu görüp anneme seslenişim: ‘Koş koş anne burada muhteşem bir yapı var!’. Yemyeşil çimenlik alanda yükselen o şaheser şimdi gözümün önünde. Çimenlerin üzerinde kızımla kah yuvarlanıp, kah fotoğraf çekmemiz. Antik dönemde bu eserleri yaratan sanatçılara, mimarlara ve buradaki arkeolojik kazı çalışmalarını yürüten emektarlara duyduğum minnetle toprağa kapanmam. O gün çektiğim fotoğraflara bakıyorum ve gördüğüm tek bir şey var; o da, tarihe yansıyan mutluluğum!
Attığınız her adımda kente hayran kalıyorsunuz. Sadece ihtişamlı yapılanma değil, planlama, düzen ve ahenk sizi büyülüyor. Öyle ki; ören yerinden ayrılışımız kapanıştan sadece 5 dakika öncesiydi. Doyamadım. Bulduğum ilk fırsatta yeniden orada olmayı diliyorum. Her ziyarette bambaşka bir tarihi derinliğe yol alacağıma adım gibi eminim.
Gittiğinizde göreceksiniz, Tetrapylon’un hemen doğusunda Aphrodisias mermer ocaklarının beyaz mermerlerinden yapılmış bir mezar yer alıyor. Burada Aphrodisias kenti için hayatının yarısını adayan ve Aphrodisias’ın tanınmasında büyük çaba harcayan Prof.Dr.Kenan Tevfik Erim yatmaktadır. 1961 yılında New York Üniversitesi tarafından başlatılan kazılar günümüzde de sürdürülmektedir. Yazımı sonlandırırken, bu vesileyle ben de, işine aşkla sarılan iki değerli üstada, Prof.Dr.Kenan Erim ve Ara Güler’e saygılarımı sunmak istiyorum.
Ömrü hayatımda Afrodisias’ta bir gün daha geçirebilmek dileğiyle…
Ve yolculuklara özlemle…
Kaynakça:
[1] https://www.hurriyet.com.tr/seyahat/yazarlar/erdogan-gumus/afrodisiasin-hickiriklari-41004344
[2] “Anadolu Tanrıları”, Halikarnas Balıkçısı, Bilgi Yayınevi
* "Türkiye Antik Kentler Rehberi", Ekin Yazım Merkezi
* "Türkiye Tatil Atlası", Atlas Dergisi eki
* "Aydın, Gökyüzünün Altındaki En Güzel Yeryüzü", Aydın Valiliği İl Turizm ve Kültür Müdürlüğü Tanıtım Kitabı