BERGAMA-Bilginin Işığında Yükselen Şehir / II.Bölüm

bergama, pergamon, traian, trajan, akropol,

Mevsim yazdan büsbütün hazana dönmeden, gelin birlikte Hellenistik Çağın Anadolu’daki en yaşanılası şehri Pergamon’a uzanalım yeniden.

II.BÖLÜM

Tahmin ediyorum… Bergama’da yine gün erken bitmiştir. Erkenden evlerine çekilmiştir bütün ahali… Bugünün sakin şehri Bergama’da yaşam, zamanın aynası görkemli Pergamon’a bir tezat gibi… Mevsim hazana dönmeden, dilerim hep ışıklı günlerde yaşasın Bergama!

philemon, baukis, pergamon, bergama, efsane, halikarnas balıkçısı, pergamonDolunayın puslu ışığını geceye yaydığı bir vakitte başladım Bergama dosyamın ikinci bölümünü yazmaya. Sanırım, uykusuz bir gecenin pusunu ancak bir efsane anlatısı dağıtabilir. Hadi birlikte, Pergamonlu Philemon ile Baukis’in “sevgi ağacı”na kulak verelim:

Evvel zaman içinde, Bergama denilen şehrin bulunduğu yeşil ovanın bir köşesinde ulu bir ağaç varmış; bu ağaç çınar, söğüt, meşe, gürgen veya ıhlamur ağaçlarının hiçbirine benzemezmiş; benzemez, çünkü hem çınar hem de ıhlamur ağacıymış. İri gövdesinden fışkıran iki koca dal birbirine dolanır, düğüm olup kenetlendikten sonra, biri bir yana çınar yaprakları, öbürü öbür yana ıhlamur yaprakları salar, yayıldıkça yayılırmış…

Philemon ile Baukis adında bir karı koca varmış. İkisi de yaşlı, çok yaşlıymış. Bunca yıllık karı koca oldukları halde Philemon ile Baukis ilk evlendikleri gün gibi birbirlerine aşkla sarılırlarmış. Gövdelerini ağırlaştıran, yüzlerini kırış kırış eden yaş; gönüllerinin tazeliğini almamış, sevgilerinin ateşini söndürmemişti. Yoksul evceğizlerinde mutluluk, hiç olmayan çiçek gibi açar, serpilirmiş. Gündüz Philemon tarlada, Baukis ocak başında çalışırlar, günlük ekmeklerini çıkarırlar, ufak varlıklarının hem efendileri hem uşakları olup başına buyruk yaşarlarmış. Katı yürekli, para canlısı adamalar çevrelerini sarmış. Ama Philemon ile Baukis komşularına aldırış etmezler, kendi ocaklarının cömert ateşinde ısınır, sevgi ve mutlulukla dokurlarmış ömürlerini.

Günün birinde Tanrılar Tanrısı Zeus yüce Olympos Dağı’ndan yeryüzüne inmeyi kurar. Oğlu Kılavuz Tanrı Hermes’e, “Gel şu Frigya Ovası’na gidelim de ölümlü insanların nasıl yaşadıklarını bir görelim” der. “Kesilen kurbanların dumanı çoktandır göğe yükselmiyor. İnsanlarda Tanrı saygısı, sevgisi kalmadı mı yoksa?” Ayakları kanatlı Tanrı Hermes bu yolculuğa dünden hazırdır. İki Tanrı tanınmamak için eski püskü urbalar giyip hemencecik yola koyulurlar. Bergama Ovası’na inince, “tanrı misafiriyiz” diye birçok evlerin kapısını çalarlar. Ama ev sahipleri, “Yolunuza gidin, sizi konuklayacak yerimiz yok!” diye karşılık verirler. Böylece çaldıkları her kapı ev sahiplerinin yürekleri gibi kapalı kalır Tanrılara. Bir süre sonra iki Tanrı, damı yerden az yükselen Philemon’un yoksul kulübesine varırlar. Kapı hemen açılır ve Tanrılar küçücük evin kapısından eğilerek girerler.

Philemon ile Baukis konukları içten gelen bir sevinçle karşılarlar. Onları ağırlamak için alçak sedirin üstüne saman dolu torbalar koyarlar. Baukis ocaktaki külleri eşeleyip, ateşe kuru yapraklarla ağaç kabukları katar. Uzun uzun üfler, sonra alev dillerini çürük zeytin kökleriyle örter. Philemon da bahçeden bir lahana getirir. Baukis lahanayı ayıklayıp ateşe koyarken, kocası asılı duran kuru etten bir dilim keser. Yemek gidedursun, karı koca bir tahta kaba su koyup ateşin yanında ısıtırlar ve konuklarının ayaklarını yıkarlar. Kaba, tertemiz havlularla silerler.

Yemek pişince, karı koca titrek elleriyle masaya mis gibi kokan yabani nane sürttüler. Philemon bir ayağı kısa olan masanın altına kırık bir çanak parçası koydu. Sonra da zeytin, kırmızı turp, salata ve külde pişmiş yumurtaları dizdi sofraya. İki Tanrı doya doya yiyorlardı. Philemon da arada bir tahta testiden sirkeye benzer bir şarap dolduruyordu taslarına. Ne var ki, taslar doldukça, testideki şarap eksileceğine, çoğalıyordu. Philemon ile Baukis bu mucizeye önce şaşakaldılar, sonra evlerine gelen tanrı misafirlerinin gerçekten Tanrı olduklarını anladırlar.  Dize gelip, yakardılar.

Zeus ayağa kalktı. “Gelin!” dedi Philemon ile Baukis’e. Tanrılar önde, ihtiyarlar arkada, bir yamaca tırmandılar. Bir de dönüp baktılar ki şehir sulara boğulmuş, yalnız kendi kulübelerinin bulunduğu tepecik yüzüyor, yoksul evceğizlerinin yerine de pırıl pırıl, beyaz mermerden bir tapınak yükseliyormuş.  Tanrılar Tanrısı dile geldi: “Ey iyi insanlar!” dedi. “Dileyin benden ne dilerseniz. Iyiliğiniz, cömertliğiniz karşılıksız kalmayacak”. Yaşlı karı koca birbirlerine bir şeyler fısıldamışlar, sonra Philemon şöyle demiş Tanrıya: “Tanrım senden ne dileyelim? Biz bugüne değin bir yastıkta kocadık, yediğimiz yemek, içtiğimiz su ayrı gitmedi. Bugünden sonra da bizi ayırma, birimiz önce ölüp, ötekini kollarıyla mezara taşımak acısını çekmesin. Daha ne kadar yaşayacaksak, yan yana yaşayalım, sonra da ikimiz birden can verip ölelim”.

Zeus bu dileği kabul etmiş, Philemon ile Baukis’i Frigya Ovası’nın yüceliğinde kalan tapınağa bekçi yapmış. Aradan birkaç yıl daha geçmiş. Birgün ihtiyar karı koca tapınağın eşiğinde güneşlenip, birbirlerine sevgi dolu gözlerle bakarken, kollarından taze dallar, yeşil dallar fışkırdığını görmüşler. Ikisinin de ayakları toprağa gömülmekte, gözdelerini kabuk sarmaktaymış. Kollarını birbirine dolayıp son öpüşle vedalaşmışlar. Ağaç kabuğu dudaklarını artık örtüyormuş ki, oradan geçen bir yolcu bir dalın öbür dala seslendiğini işitmiş. “Ne oluyoruz, ağaçlar mı konuşuyor?” diye duraklamış, kulak vermis, ama rüzgarda tatlı tatlı sallanan yaprakların fısıldayışından başka bir şey duyamamış.[1]

kozak yaylası, bergama, izmirBergama’ya ışık yakışır. Işıklı günler yakışır… Bilim yoluna gölge düşürmeyen bu güzel şehirde kasvetli hikayelere yer yok! “Denemekten asla vazgeçme, mücadele et, dön bak dünyaya!” diyen bir ses yankılanıyor sanki bu şehrin koridorlarında. Duyabilenin..İzini sürebilenin yolu açık olsun!

pergamon, bergama antik kenti, pergamon antic city, akropol, acropolis“Küçük Asya’nın En Ünlü ve Muhteşem Şehri”

Gaius Secundus Plinius Maior[2], namıdiğer “Büyük Plinius” yazılarında Pergamon’u bu şekilde tasvir ediyor: “Küçük Asya’nın en ünlü ve muhteşem şehri!” Gerçekten de 2014 yılında çok katmanlı kültürel peyzaj dalında Unesco Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yerini alan Pergamon, hemen her yönüyle Hellenistik Dönem kentsel planlamasının ulaştığı en üstün seviyeyi göstermektedir. Kendisine hayran bırakan bu anıtsal mimari, Akropol’den içeri adım atar atmaz ziyaretçilerini sarıp sarmalayan rüzgarlarla caddelerinde büyüleyici bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.

Denizden yaklaşık 400 metre yükseklikte, Bakırçay’ın iki kolu arasında yer alan kentteki en eski yerleşim M.Ö 8. yüzyıla tarihleniyor. Adı dönemin yerel Anadolu dilinde “kale”; korunaklı yer” anlamlarını taşıyan Pergamon, Hellenistik dönemde Attalos hanedalığının başkentidir. İşte bu başkentte Pergamon Kralları güzel sanatların ve bilimin koruyucusu olarak, Anadolu’da çok önemli sanatsal ve fikir eserlerinin yaratılma sürecine katkıda bulunmuşlardır.

athena heykeli, athena, bergama akroplolü, pergamonmuseum, pergamon, bergama, pergamon library, pergamon kütüphanesiathena tapınağı, athena propylon, pergamonmuseum, bergama akropolü, pergamon akropolisPergamon Heykeltraşlık Okulu, M.Ö 230-130 yılları arasında dönemin dünyaca ünlü sanat eserlerini vermiştir.  Bu eserlerde kullanılan pathetik üslub -duyguların yüz mimikleriyle tasvir edilmesi- antik dönem heykel sanatına Pergamon stilinin attığı imzadır. Özellikle kral portrelerindeki tanrısal bakış; frizlerde ve yine serbest heykellerde kullanılan duygusal anlatım ile benzersiz eserler üretilmiştir.

Ve Lucius Ampelius[3]’un kitabında dünyanın harikaları arasında gösterdiği Zeus Sunağı… Kral II. Eumenes zamanında Bergamalıların Magnesia (Manisa)’da Galatlara ve Seleukoslulara karşı kazandığı kesin zafer sonucu inşa edilir. Sunak, dış yüzünde bulunan Zeus ve Athena kabartma grubu, Işık Tanrıları Apollon, Artemis ve Leto grubu Helios, kız kardeşi şafak kızılı Eos, Ay Tanrıçası Selena, Nyx, Kavga Tanrıçası Eris, kader dağıtan Moiralalar, Yıldız Tanrı Oriongrubu Poseidon, Amphitrite, Nereus, Doris Okeanus, Tethys, grubu kabartmaları yüksek plastik özellikleri ile antik dünyanın en önemli eserleri arasındadır.

zeus sunağı, pergamon sunağı, pergamonmuseum, bergama, akropolzeus sunağı, pergamon sunağı, pergamonmuseum, pergamon, bergama, akropolBergama Akropolü’nün ise en dikkat çekici eseridir. Konumu itibariyle antik dönemde aşağı kentten de rahatlıkla görülebildiği rivayet edilir.  Nitekim, 19.yüzyıl sonlarında, Alman kazı ekibi de aynı şeyi düşünmüş olacak ki, bu eserin ortaya çıkartılan parçalarını el çabukluğuyla kendi ülkelerine taşımışlar. “Pergamon” adını vererek bir müze inşa etmişler. Bugün, Bergama örenyerinde o alan bomboş! Eser; orjinal parçaların zeus sunağı maketi, bergamaikonik bir rekonstrüksiyonuna dönüşmüş halde; Berlin Pergamon Müzesi’nde sergileniyor ve mütemadiyen dünyanın her yanından kültür insanlarını kendisine çekmeyi sürdürüyor. Bu sergiyi gezenlerin bir kısmının, eserlerin anayurdunu görmek amacıyla, ikinci adımda Bergama’ya geldiklerini de biliyoruz.  Peki, kültür dünyasının sessiz kaldığı bu duruma, eserin gerçek mirasçısı olan bizler bir çözüm getiremez miyiz? Madem ki geri alamıyoruz(!) Bu turistler, Almanya’daki ziyaretlerinin ardından Anadolu’ya gelip, hiç değilse, orjinalinin aynı boyuttaki bir kopyasını Bergama Akropolü’nde görseler, nasıl bir fark yaratılabilir, bir düşünün! Üstelik, Berlin’de sergilenen bölüm, devasa eserin yalnızca batı cephesi. Hem belki alanda gerçekleştirilecek yeni kazılarla eserin eksik parçalarına da ulaşıbilir. ‘Antik eserin özellikle sanatsal değeri yüksek bölümleri ülkemizden kaçırılmış’ demeye, hatta sesimizi daha da yükseltmeye devam edelim tabi… Ancak, yapılacak şeyler bununla sınırlı olamaz diye düşünüyorum. Olumlama gibi gelmesin size, cidden, ulaşılabilir bir gelecekten söz ediyorum şu an!

bergama, pergamon, zeus sunağı, akropol, pergamonmuseum, bergama, zeus sunağı, pergamon sunağı, pergamonmuseum Hadi gelin, diğer bir açıdan bakalım. Herkesin Berlin’e seyahat edecek imkanı olmayabilir. Bergama’da ya da İstanbul Miniatürk’te sergilenen mini boyuttaki maketlerin bu konuya çözüm getiremediği de aşikar. Bir an için turizmden bağımsız ele alalım konuyu. Bırakın turistleri bir kenara. Söz konusu olan, çocuklarımıza tanıtmamız gereken kendi kültürel mirasları!  Çocuklarımız… Gençlerimiz bu eserin gerçek boyutunda tasarlanacak mimari bir rekonstrüksiyonunu yerinde görseler, ait olduğu yerde gözlemleseler, tanısalar?.. Onlar anlatsa dünyaya burdan işin gerçeğini... Hayal edin lütfen. Sahip olduğumuz teknoloji, sanatsal ve arkeolojik bellek ile bu alanlarda yetişmiş uzman kadrolar bu konunun üstesinden bal gibi gelir! Böylece, bu toprakların antik mirasını yine bu toprakların geleceğine emanet etmiş olmaz mıyız?

zeus sunağı, pergamon sunağı, bergama akropolü, pergamon akropolis, bergama, pergamonmuseum

Bir önceki yazımda detaylarıyla bahsetmiştim. Anadolu’da antik devrin en eski kütüphanesi Pergamon Kütüphanesi’dir. Bu kütüphanenin sahip olduğu kıymetli eserlerin yanında başka “ilk”lere de sahip olduğu rivayet edilir. Kitapların raflara dik şekilde sıralanması, yine eserlerin nemden korunması amacıyla duvardan belli bir mesafe korunarak yerleştirilmesi fikrinin ilk kez burada uygulandığı söylenir. Güzel sanatlarda öncü bir ekol olan Pergamon’un kütüphanesinin ise sade bir salon olduğunu hayal etmek mümkün müdür?.. Kütüphanede çok sayıda heykelin bulunduğu bilgisi ulaşmıştır günümüze. Antik dönemde, Pergamon Kütüphane salonunun tam ortasında konumlandırılan 3,5 metre yüksekliğindeki Tanrıça Athena heykeli de Zeus Sunağı ile aynı kaderi paylaşmaktadır. Ne yazık ki, Akropol’ün en önemli mekanlarından biri olan, tiyatro terasının üzerinde bulunan ‘Pergamon Krallığı’nın koruyucusu’ Athena adına inşa edilmiş Athena Tapınağı’nın parçaları da Berlin’e götürülmüştür. Keza, Dionysos Tapınağı’nın bazı bölümleri de… Orada aslına uygun şekilde sergilenmektedir. Ve irili ufaklı daha birçok heykel, antik eser Berlin’de bulunuyor. Buradan Berlin’deki Bergama’ya bakmak son derece üzücü… Ancak ümidimi kaybetmiş değilim.

bergama antik tiyatrosu, pergamon antic theatreGüneşin Peşinde, Yüksek Şehir Pergamon’da…

Gelelim, bize kalan Bergama’daki keyifli ziyaretimize. İnanın, geriye kalanların ihtişamı yine de teselli olabilecek nitelikte!

Kale Tepesi peyzajını oluşturan ve günümüze kadar ulaşan tüm unsurlar, topografik zorluklara çözümler üreten; içinde bulunduğu doğaya şekil verirken, aynı zamanda kendisine sunduğu imkanlardan da faydalanmayı başaran antik dönem insan dehasının ürünleridir. Kent planlaması anlayışının günümüze  dahi örnek oluşturacak nitelikteki inşa teknikleri ve çok katlı istinat duvarlarıyla desteklenen devasa yapıların mühendisliği düşünüldüğünde kelimeler bugün bile kifayetsiz kalmaktadır.

traian, trajan, bergama akropol, pergamon akropolis, tapınakPergamon Kale Tepesi’nine su temini için Hellenistik dönemde tam 45 kilometre uzunluğunda 240.000 toprak künkten oluşan ve 900 metre yükseklikteki Madra Dağı’ndan gelen basınçlı su hattı övgüye değer bir mimari başarıdır.

Akropol’ün batı yamacında, Hellenistik dönemde inşa edilmiş ve 10.000 kişilik kapasiteli Pergamon antik tiyatrosu baş döndürürcü manzarasıyla bugün de dimdik ayaktadır. İzleyicilere muhteşem bir manzara vaat eden antik tiyatro, yaklaşık 70 derecelik açısıyla dünyanın en dik tiyatrosu ünvanını taşır. Tiyatro sahnesi ahşap konstrüksyonlu ve seyyar yapıdadır.

bergama antik tiyatrosu, pergamon antic theatre, bergama akropolüTiyatro terasının kuzeyinde ve üst kısmında ise tiyatro ile mimari bir bütünlüğe sahip olan iki tapınak yer alır: Biri Tanrı Dionysos’a adanmış tapınak alanı; diğeri ise Pergamon’un en eski tarihli kutsal alanı olan Athena Tapınağıdır.

Pergamon, zaman içerisinde, yukarı ve aşağı şehir olarak iki yönlü gelişim göstermiştir. Yukarıda bahsi geçen yapıların tümü yukarı şehirde yer alır. Aşağı şehirde ise; Demeter ve Hera kutsal alanları, Hellenistik dünyanın bilinen en büyük gymnasiumu, aşağı agora, evler, dükkanlar gibi halk için daha yalın bir anlayışta gelişen mimari düzen dikkat çekici niteliktedir. Kent artan nüfusu ile II. Eumenes zamanında kent surları dışına doğru tepenin eteklerine, oradan da Bakırçay Ovası’na doğru genişleme gösterir. Kızıl Avlu (Serapis Tapınağı/Bazilika) ve Asklepion bu genişlemenin en önemli yapıları arasındadır.

kızıl avlu, serapis, isis, bazilika, bergama, pergamonkızıl avlu, serapis, isis, bazilika, bergama, pergamonBergama’nın Bizans dönemine kadar inen bir başka inanışla da doğrudan bağı bulunmaktadır. Mısır Tanrıları başta olmak üzere ‘’Ana Tanrıça’’ Kybele ve Hadrian’ın imparatorluk kültüne ev sahipliği yapan Kızıl Avlu (Serapis Tapınağı/Bazilika)[4] mimari özellikleri ile çok özel bir yapıdır. Bu tapınağı halen yaşayan gelenekler ve inanışlar açısından özel kılan bir çok farklı özelliği de bulunmaktadır. Tapınağın içine Bizans döneminde Saint John Kilisesi inşa edilirken, kuzey kule, Osmanlı Dönemi’nde Antipas’a adanan bir kiliseye çevrilmiştir. Aynı kule, bugün cami olarak kullanılmaktadır. Tapınak alanının çeperinde halen bir sinagog yapısı bulunmaktadır. Tek tanrılı dinler ve antik dönemin doğu-batı birçok tanrısına ev sahipliği yapan bu yapı Hıristiyan inanışı için de önemli bir yere sahiptir.

yığmatepe tümülüsü, yigmatepe, bergama, pergamon, tümülüsZaman kısıtı nedeniyle göremediğim, ancak bu makalede anmadan geçemeyeceğim bir önemli yapı daha var Bergama sınırları içerisinde. Yığma Tepe Tümülüsü. Pergamon Krallarından birine ait olduğu düşünülen, kentin koruyucu tanrısı Athena’ya adanan tapınak ile doğrusal bir aks üzerinde konumlandırılmış bu tümülüs, aynı zamanda ​Bergama’daki en büyük tümülüs olma özelliğine de sahip. Siz görmeden geçmeyin derim…

 

pergamon, bergama tiyatrosuBergama Tarihindeki Türk İzleri

M.Ö 133 tarihinde Pergamon Kralı III. Attalos’un vasiyeti üzerine kent Roma İmparatorluğu hakimiyetine geçer. İmparatorluğun güç kaybettiği dönemde ikiye ayrılması ile birlikte Hıristiyanlık etkisinde şekillenmeye başlar. M.S. 8. yüzyılda Arap akınlarına maruz kalır. 14.yüzyıl başlarında ise Menteşe Beyliği topraklarına katılır. 1345 yılında ise Orhan Gazi tarafından Osmanlı topraklarına dahil edilir ve böylece kentte Türk dönemi başlar.

bergamalı kadri efendi, pergamonBergama, bugün de Türk-İslam eserleri açısından oldukça değerli bir kültürel mirası yaşatmaya devam ediyor. Ne yazık ki ben bu seyahatimde hiçbirini ziyaret edemedim. Bir dahaki sefere görmeyi gerçekten arzu ediyorum. Bu bölgeye seyahat edecek kişiler için bir rehber olması dileğimle isimlerini paylaşıyorum: Ulucami, Selçuklu Minaresi, Kurşunlu Camii, Hacı Hekim Camii, Şadırvan Camii, Parmaklı Mescid, Taşhan, Tabaklar Hamamı, Küplü Hamam, Çarşı Hamamı ve son olarak Bedesten.

Bugün, kent meydanında yer alan anıt heykellerden biri de 16. yüzyılda yaşamış olan Türk dilbilimcisi Bergamalı Kadri Efendi'ye aittir. 1530 yılında kaleme alınmış, "Müyessiretü'l-Ulüm" adlı dilbilgisi kitabının yazarıdır. Bergamalı Kadri bu eseri Kanuni Sultan Süleyman'ın sadrazamı olan Pargalı İbrahim Paşa'ya sunar. Bu kitap Anadolu Batı Türkçesi ile yazılmış ilk dilbilgisi eseri olarak Bergama'ya bir "ilk" daha kazandırmıştır.

Türk Döneminde şehrin sosyal yapısı Türk, Rum, Ermeni, Yahudi nüfusuyla şekillenir. Tarihi kaynaklar, Kale Tepe eteklerinde Rumlar, Bergama Çayı (Selinos)’nın sağ ve sol kıyıları boyunca Yahudiler ve Ermeniler, Bakırçay Ovası’na doğru düzlük alanlarda da Türkler’in yerleşik olduğunu yazar. Zamanla bu nüfusa Balkanlardan gelen Türk göçmen grupları da dahil olur. Göçmenler Bergama ve çevresindeki köylere yerleşmeye başlar. Ek olarak 19. yüzyılda konar-göçer aşiretler de Bergama ve çevresinde yeni köyler kurarlar. Böylece Bergama; Türk Dönemi ile birlikte yeni yerleşim alanlarında yeni imar faaliyetleri ile mimarisi ve farklı etnik gruplardan oluşan sosyal çehresi ile sanat tarihi, etnografik- folklorik açıdan bütünüyle yeni bir gelişim sürecine girmiştir. Yazımın ilk bölümünde detaylandırmıştım. 1936 yılında ziyarete açılan Bergama Müzesi’nde sözünü ettiğim tüm bu tarihi ve sosyal dokununun geçmişinden günümüze kalan izleri görmeniz mümkün. Mutlaka yolunuzu düşürün bu müzeye…

atatürk, mustafa kemal, bergmada, bergama, cumhuriyetVe “Atatürk Bergaması”

13 Nisan 1934 yılında Bergama’ya gelen Mustafa Kemal Atatürk halk tarafından büyük bir coşkuyla karşılanır. Tüm Bergama çarşı ve sokakları süslenir, bayraklarla donatılır.

Askeri tatbikat ve denetimin ardından, halk ile birlikte Bergama Halkevi’ne gelinir. Atatürk, gençlerle ve ahaliyle sohbet eder, birlikte öğle yemeği yenir. Ardından halk arasında “Ayvazali” olarak anılan Asklepion’u ziyaret eder. Osman Bayatlı ve Alman kazı ekibi yetkililerinden arkeolojik bulgularla ilgili bilgi alır. O anlar kaynaklarda şöyle anlatılıyor: “Eski Yunan ve Roma uygarlığı üzerine hayranlık derecesine varan anlatımlar yapıldıkça Atatürk sıkılmaya başladı ve bir ara: "Biraz daha kazarsanız, Türk’ün çarığı çıkar" diyerek yabancı hayranlığı yerine, Türk kültürüne ağırlık vermek gerektiğini çok güzel bir biçimde dile getirdi. 1934 yılı, Türk Dil Kurumu’nun en etkili olduğu yıllardı, özkültüre, Türkçe’ye ve yazımına yılların gölgelemesinden sonra yoğun olarak döndüğümüz yılları yaşıyorduk. Herkesin Öz-Türkçe soyadı aldığı 1934' teydik.” “…Gezi programı yoğun olduğundan acele ediliyordu. Asklepion dönüşü hala dağılmayan kalabalığa "Allahaısmarladık, Allahaısmarladık" diye el sallayıp vedalaştı. Bergama’dan ayrılan Atatürk, Dikili-Ayvalık yönünde gezisini sürdürecekti.”[5]

bergama kermesi, pergamon, atatürk, cumhuriyetAtatürk, Bergama’nın tarihi ve folklorik zenginliklerinin yanı sıra doğal güzelliklerini de görerek bu güzel ve böylesine zengin kültür izlerine sahip beldenin Dünya turizmindeki yerini mutlaka alması gerektiğini ve bunun içinde, bir Şenlik Panayır düzenlenmesini basın yoluyla da yayınlanmasını ister ve bu konuda İzmir Valisi Kazım Dirik’i görevlendirir. Ve 1937 yılında, Türkiye’nin ilk festivali olan Bergama Kermesi düzenlenir. Bu kermes, bir Cumhuriyet geleneği olarak günümüzde de özenle devam ettirilmektedir.

Bergama Kermesi ile ilgili haberi yayınlayan Ankara Ulus Gazetesi, “Atatürk Bergaması, Atatürk Şenliğini Yapıyor” manşetini atar. Müze Müdürlerinden İhsan Dirim de; 1937 yılındaki kermes kutlamaları onuruna İzmir Valisinin yazdığı telgafta “Atatürk Bergamasının muhterem insanları” diye başlayan cümlesinden ve gazete manşetinden esinlenerek “Atatürk Bergaması” başlıklı bir yazı ile o günleri tarihe not düşer.[6] Ben de kendilerinden esinle bu ara başlığı kullandım.

atatürk heykeli, atatürk anıtı, bergama, kozak yaylası, cumhuriyetBergama dosyam için araştırma yaparken öğrendiğim bu yakın tarih anılarının çok ama çok güzel bir tezahürünü Kozak Yaylası içine yaptığım kısa ziyarette görme fırsatım oldu. Gurur duydum. Aydınlık yarınlara olan inancım bir kez daha perçinlendi. Siz değerli okuyucumlarımla da paylaşmak istiyorum.

Şehir merkezindeki gezimizi tamamladıktan sonra, Kozak Yaylası içinde yer alan dinlenme tesislerinden birinde mola vermiştik. Buraya has, -üzerine kavrulmuş çam fıstıkları eklenerek sunulan- 'cilveli çay'larımızı ağaçlardan oluşan yemyeşil bir deniz olarak tasvir edebileceğim Kozak Yaylası'nın müthiş manzarasını seyrederken keyifle içtik. Soluklandık. Bergama Akropolü'nün büyüleyici atmoferinden henüz çıkmamıştık. Tesis sahibi ile sohbet eden babam, bölgeden çok etkilendiğimizi anlatırken, ileri köylerden birinin çıkışında tamamen gönüllü bir girişim ile orman içinde büyük bir Atatürk Heykeli yapıldığını öğrenmiş. Bunun üzerine yeniden yola koyulduk. Başlangıçta beklentimiz büyük değildi açıkçası. “Olsa olsa yolumuz uzar, o kadar…” diye düşündük. Konuyla ilgili hiçbir bilgilendirme tabelasının olmaması da çok büyük bir kayıp tabi. Köy sakinlerine sora sora anıt heykele ulaştık. Gördüklerimizden çok ama çok etkilendik. İyi ki yolumuzu bu yönde değiştirmişiz! Çünkü yolun sonunda, “bir Bergama gezisi ancak böyle bitebilirdi”, dedik.

Atatürk’ün yıllar önceki Bergama ziyaretinin ardından yankıların bugüne ulaştığını görmek harika bir anı oldu bizim için. Sizler de çocuklarınızla birlikte gitmeli, görmeli, fotoğraflarını paylaşmalısınız… Bu aydınlık kültürel mirasın ışığı tüm Anadolu’ya yayılmalı!..

traian, trajan, akropol, bergama, pergamonPergamon olağanüstü mimarisi ve bu mimari eserleriyle bütünleşmiş sanat eserleriyle kendisine has karakteristik bir yapıya bürünerek çağının en önemli kentleri arasında yerini almıştır. Öyle değil mi? Bergama ise kültürlerin ve inanışların birleştiği, çeşitlendiği, sosyal dokusu baştan aşağı tarihle yoğrulmuş bir coğrafyadır. Tarihi boyunca insan yaratıcılığının birçok özgün ve ustalık eseri örneğine ev sahipliği yapma şansına nail olmuştur. Öyle ise “daha yapacak çok şeyi” olmalıdır… Buradan, Cumhuriyetin Bergaması'na saygı, sevgi ve ümitle sesleniyorum!

Sevgiyle kalın.

 

 

 

 

[1] Azra Erhat, “Mavi Anadolu”, İş Bankası Kültür Yayınları.

[2] “Yaşlı Plinius” olarak da anılan antik dönem bilgini. İnsanlık tarihinin ilk ansiklopedisi sayılan “Naturalis Historia” adlı eserin yazarıdır.

[3] “Liber Memorialis” adlı eserin yazarı. (Latincedir; en eski zamanlardan Trajan dönemine kadarki bir tür evrensel tarih indeksi sunan kitap)

[4] “Ptolemaios Krallığı döneminde, Mısır’daki gibi Anadolu’da da bir Kral kültü kurmayı arzulamışlardı. Buna paralel olarak, Mısır’da yerli halkın Grek kökenlilerle kaynaşmasını amaçlayan Serapis kültünü kurmuşlar ve bunu İsis kültü ile birleştirmişlerdir. Mysterleri ve synkretik özellikleriyle popüler olan bu kültler Roma döneminde Anadolu’da oldukça yayılmışlardı”. (“Anadolu Arkeolojisi”, Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2016)  

[5] http://www.berksav.org/2017/ataturkbergamada.asp  Ali İhsan Güngül’ün Anıları(BERKSAV Kayıtlarından alıntı yapılmıştır.)

[6] http://www.berksav.org/2017/ataturkbergamada.asp  Ali İhsan Güngül’ün Anıları(BERKSAV Kayıtlarından alıntı yapılmıştır.)

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Scroll to top
error: Content is protected !!