BERGAMA-Bilginin Işığında Yükselen Şehir

bergama antik kenti, pergamon

bergama, zeytin, pergamonYa yazbaşı ya yazsonu... Bergama’ya yazın gelmelisiniz! Yazın gelin ki, o doğa eliyle çizilmiş yemyeşil çerçeve içinde tüm canlılığıyla beldeyi hala ayakta tutan etkileyici antik kent tablosunu, şöyle yüksek çözünürlükte çekilmiş bir fotoğraf olarak evinizin müstesna bir köşesine yerleştirebilin. Emin olun, fotoğrafa baktıkça ‘iyi ki’ ile başlayan cümleler kuracaksınız.

Bazı yerlere iddialı renkler hayat verir bilirsiniz. Bergama da geçmişindeki görkemi yansıtan renklerle hatırlanmalı diye düşünüyorum. Yüksek bir yamaçta tüm heybetiyle hala kale gibi duran, kelimenin tam anlamıyla zamana kafa tutan, bütünüyle bir Batı Anadolu uygarlık şaheseri Bergama. İnsanlık tarihine gururla yazılan bir bilim, sanat ve kültür başkenti. Antik dönemdeki adıyla “Pergamon”.

Ağustos ayının son iki gününde, haftasonumuzu tarih ve arkeolojiyle taçlandıracak bir seyahat planladım. Bugüne dek, üniversite yıllarımda katıldığım bir geziden aklımda kalanlarla belli belirsiz bir anı idi Bergama. Malum, kültürel miras arzu edildiği gibi korunamıyor ülkemizde. Zamanla kaybedilenleri ve olası yeni kayıpları düşününce “durma, yola çık!” diyor, içimden bir ses. Sözün kısası; 9 yaşındaki namıdiğer ‘minik gezgin’, dünyaya meraklı gözlerle bakan kızımın hafızasında daha güçlü bir anı kalsın istedim. Ve yola koyulduk ailece. Cumartesi sabahı erken saatte İstanbul’dan hareketle öğlen Bergama’ya vardık. Özellikle, Savaştepe’den itibaren tamamen yeşillikler içinde seyreden yol taze bir nefes verdi hepimize.

Sokakları, caddeleri öyle insanlarla dolup taşmayan, ‘trafik sorunu diye bir şey mi varmış’ dedirten tenhalıkta, her yanı arkeolojik miras ile çevrili yeşil bir ovada kurulu bu küçük belde, yaşayanlara sakin bir yaşam vaat ediyor. Eldeki imkanlarla, gelişi güzel dizayn edilmiş yollarda; sırtını birbirine dayayan modern apartmanların bulunduğu sokaklarda dolaşırken; başınızı biraz yukarı kaldırdığınızda gördüğünüz şey ne biliyor musunuz? Antik dönemin muhteşem mimarisi! Burada eski şehrin gölgesi yeni şehrin üstüne düşüyor! Büyüleci bir atmosfer. Fantastik bir romanın sayfalarından çıkmış hissi veriyor insana: Yukarıda mitolojik tanrıların görkemli şehri, aşağıda biz ölümlülere ait eciş bücüş bir yaşam alanı.

osman bayatlı, bergama, pergamonBergama’nın tarihini okuduğumda, bilimin, kültürün ve sanatın şaheserlerine imza atmış, çağının güçlü toplumlarıyla rekabet etmekten hiç geri durmamış, cesur, atılgan bir zihniyetin güçlü tezahürü canlanmıştı zihnimde. Bilgiyi bu kadar el sütünde tutan, çalışan, ‘üreten’ o eski medeniyetin izleri ne yazık ki özenle silinmiş bu yerden… Cumhuriyet döneminde de Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, Bergama’nın her köşesine can vermeye gönüllü olan Osman Bayatlı öğretmenin çabalarıyla ‘kara cehalete’ karşı verilen müthiş bir mücadelenin yurdudur oysa Bergama. Taşına, toprağına, suyuna, insanlarına sirayet eden o ruhun izdüşümlerini hayal etmiştim. Yazık ki bulamadım.  Hatta inanamadım. Sanki şehir susmuş, inzivaya çekilmiş. Turizmin en canlı olduğu bu dönemde esnaf bile haftasonunu dinlenerek geçirmeyi tercih ediyor. Erkenden kepenk indiriyor. Bizim yerli turist olduğumuzu görünce, Pazar günü az sayıda dükkanın ve restaurantın ancak akşamüzerine dek açık olacağını haber veriyorlar. Peki ya bir turdan bağımsız seyahat eden yabancı turistler? Doğrusu, ‘onlar bu durumundan haberdar olacak kadar şanlı oluyorlar mı acaba’, diye düşünmeden edemiyorum. Tarifi zor… Son derece durgun, kendi halinde bir yaşam gözlemledim burada.  Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan bu biricik kasabanın yerlileri ‘dinlenmeyi’ yeğliyor. Şaşkınlık ve üzüntü verici bir durum bu. Anlaşılan o ki, kültür turizminin ‘beklenilen düzeye ulaşması’ için daha onlarca fırın ekmek yemeliyiz!

zeus sunağı, bergama, pergamon

athena heykeli, pergamon, bergamaBilime, Bilgiye Adanmış Yaşamlar…

Bugün, Pergamon Akropolünde olması gereken, Zeus Sunağı, Athena Tapınağı’nın girişi ve Athena heykeli maalesef ülkemizde değil. Berlin’de, “Pergamon Müzesi”nde sergileniyor. Nedeni ise; dönemin Padişanının 200 yıllık bir süre için imzaladığı, Alman arkeologların geniş bir serbestiyle bölgede kazı yapabilmesinin önünü açan yazılı beyan. Eşi benzeri olmayan devasa eserler Almanların üstün analitik zekasıyla(!) kendi ülkelerine taşınmış ya da kaçırılmış, artık nasıl nitelendirirseniz... 1930’lu yıllarda, hummalı kazı çalışmaları devam ederken, bu duruma ‘dur’ diyen bir aydın yetişmiş Bergama’nın imdadına. Günümüzde, altın renkli büstü, Bergama halkının kendisine müteşekkir olduğunu yazan yazıtıyla birlikte kasaba meydanında yer alan Osman Bayatlı. Trajikomik ama gerçek, anlatılanlara göre, Alman arkeologlar bir Türk’ün arkeolojiye bu denli ilgi göstermesine epey şaşırmışlar. 1934 yılında bu ilçeyi ziyaret eden Mustafa Kemal Atatürk, öğretmenlik görevi halen devam etmekte olan Osman Bayatlı’nın rehberliğinde o güne ulaşan Hellenistik dönem izlerini yerinde incelemiş. Ve bölgede bir müzenin kurulması gereğini kendisine arz eden Osman Bey’in çalışmalarını onaylamış. Bu ziyaretten 2 yıl sonra, 30 Ekim 1936 tarihinde Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk “Arkeolojik Kazı Müzesi” olan Bergama Müzesi açılmış. Akropolde yer alan Zeus Sunağı dikkate alınarak özenle inşa edilen müze binası günümüzde de hizmet vermekte.

Açıldığı tarihte müze müdürlüğüne atanan Osman Bayatlı’nın Bergama’ya bağlılığı ve içtenlikle yürüttüğü çalışmaları saymakla bitmez. 1957’de emekliye ayrıldıktan sonra bile Müze Müdürlüğü’ne devam etmiş, yörenin folklorik, sanatsal ve tarihi zenginliklerinin – bu listeye tıp tarihi de dahil- araştırmasını bizzat yürütmüş; edindiği bilgileri paylaşmak, Türk halkının milli kültür bilincini güçlendirmek, farkındalığını arttırmak amacıyla çok sayıda kitap yazmıştır. Saygı ve minnetle anıyorum…

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir Geleneğin Doğuşu: Yazı, Kağıt, El Yazması, Kitap, Kütüphane

Bergama, dünya tarihini değiştiren ilklere sahip. Acaba nereden başlasam anlatmaya?.. Medeniyetin gelişmesine hizmet eden tüm buluşlar merak eden, düşünen ve araştıran beyinlerin ürünüdür. Hellenistik dönemde varlığını sürdüren Pergamon Kralları, ülkesinin zenginliğini bilgiye yatırım yaparak; şu an yazdığımı okurken bile öyle hoş geliyor ki bu cümle bana; sanatı, kültürü ve bilimi destekleyerek çağının ötesine taşımış, düşüncenin evriminde çığır açacak gelişmelere olanak tanımıştır. Hayal gibi ama gerçek! Toprak değil de kütüphanedeki kitap zenginliği için iki ülke birbiriyle yarışıyor! Tarih bu olayı açıkça belgelendiriyor.  Günümüz Türkiyesi’nden bakınca kulağa nasıl da inanılmaz geliyor değil mi?

Gelin birlikte, tarihte biraz daha geriye gidelim… M.Ö. 2400 yıllarında, kullanışlı bir yazı aracı olarak “papirüs” ortaya çıkar. Nil Nehri kıyılarında yetişen, yapraksız, üçgen gövdeli kamıştan yapılan papirüs, çok uzun yıllar kitap yazımında kullanılır. Tarihe ün salan İskenderiye Kütüphanesi işte bu papirüs rulolarıyla doludur. Adını Büyük İskender’den alır. Hellenistik kültürün temellerinin atıldığı İskenderiye kentindedir.  O dönemde bilinen bütün ülkelerdeki hayvan ve bitki örneklerini biraraya toplayan bir botanik bahçesi; aynı zamanda bir rasathane binası ve çeşitli bilim dallarında öğrenim veren evler grubunu kapsayan; geniş bir alana yayılan hem müze hem kütüphane olarak düşünebileceğimiz bir bilim kompleksinden söz ediyoruz.  Gerek coğrafi konumu gerekse sahip olduğu kütüphane sayesinde İskenderiye, tarihi boyunca pek çok bilim insanını ağırlamış ve bilimin gelişiminde önemli bir rol üstlenmiştir.

M.Ö 190 yılına gelindiğinde ise tarih eşine az rastlanır bir olaya tanıklık eder. Yıllar içinde güçlenen Pergamon Krallığı topraklarında yer alan “Pergamon Akropol Kütüphanesi”nin varlığı Mısır hükümdarlığı tarafından bir tehdit olarak algılanırAtinalı Neleus kendi arşivinde topladığı dönemin ünlü kitaplarını açık arttırma ile satışa çıkardığını duyurur. Bu açık arttırmaya İskenderiye Kütüphane Yöneticisi ile Bergama Akropol Kütüphane Yöneticisi katılır. Bergama Kütüphane Yöneticisi kitapların ağırlığı kadar altın vererek hepsini satın alır, ülkesine götürür. Bu olay, Yunan, Mısır ve Anadolu topraklarında büyük ses getirir. Mısır Krallığı bu rekabetten aldığı ağır yaranın sonucunda, hemen İskenderiye Kütüphane Yöneticisini görevden azleder. Kendileri için çok büyük gelir kaynağı olan papirüsün Bergama’ya satışını yasaklar.

Bunun üzerine Bergama Kralı II.Eumenes büyük bir ödül vaat ederek derhal papirusa alternatif yeni bir yazı maddesinin bulunması için çalışmalara başlanmasını ister. Çok geçmeden sanatçı Krates, oğlak derisinden hazırladığı yazı örneği ile Kralın huzuruna çıkar. Bu kağıda “pergamentum”, “Charta Pergamena” yani “Bergama Kağıdı” adı verilir. Türlü kullanışlardan sonra günümüz diline “parşömen” olarak geçer.

Peki, bulunduğu tarihten itibaren 1500 yıl boyunca en önemli yazı maddesi olarak kullanımı süren parşömeni vazgeçilmez kılan özellikleri nelerdir? Hiçbir parşömen görünüm ve boyut olarak bir diğeri ile aynı değildir. Gerektiğinde her iki yüzüne de yazı yazılabilir. Dayanılıklılığı çok yüksektir, kolayla alev almaz. Yapısı gereği, üstüne yazılan yazıların gözü yormadan okunmasına olanak tanır. İşte, Anadolu topraklarında yaşayan güçlü bir medeniyetin insanlık tarihine verdiği armağan! Tarihin bu yönü benim için oldukça gurur verici.

Şimdi gelelim, bilginin kaynağı ve sonraki nesillere aktarımını üstlenen kitapların ve kütüphanelerin kaderine… Büyük bir rekabetin odağı olan İskenderiye ve Bergama Kütüphaneleri ‘talihsiz’ olarak nitelendireceğim sonlarıyla da tarihe yön verirler. Öne sürülen farklı savlarla birlikte en yaygın kabul göreni; İskenderiye Kütüphanesi’nin Mısır’ın M.Ö 47 yılında Julius Sezar tarafından kuşatıldığı sırada “kazara” yakıldığı ve içindeki eserlerin büyük zarar gördüğü; bu olaydan kurtarılan kitapların ise Hristiyan inancına geçildikten sonra, ‘paganizmi desteklediği ve yaydığı’ gerekçesiyle bilinçli şekilde şehrin hamamlarında yakılarak yok edildikleri yönündedir.

Bergama Kütüphanesi’nde yer alan 200 bin el yazması eser ise; M.Ö 42 yılında Roma generali Marcus Antonius tarafından, yanan İskenderiye Kütüphanesi için ‘çok üzülen’ sevgilisi Ptolemaios Kraliçesi VII. Kleopatra’ya hediye edilerek, gemilerle Mısır’a taşınır. Ancak, daha sonra yaşanan farklı bir savaş ertesinde bu kütüphane de diğeri gibi yok olur!  Şimdi düşünüyorum da… Belki aşk... Belki de insan… Önünde sonunda dokunduğu yeri kül ediyor!.. Tarih son kertede, insanlık eseri bu büyük bilgi depolarının yine insanoğlu tarafından yok edilerek karanlığa gömüldüğünü yazar. Çağlar boyu süregelen bu ‘bilginin ve bilgi kaynağının yok edilmesi’, ‘düşüncenin ve düşünmenin engellenmesi’ geleneği insanlığın yine kendine mal olan en yıkıcı silahıdır aslında. Dilerim yarınlarımız, çocuklarımız bilimin ışığıyla aydınlanmaya devam etsin! Şu an yaşadığımız çağ hayatlarımızı giderek daha da dijitalleştiriyor. E-kitaplar okuyalım, blogları takip edelim tabi ama, biz yine de elle tutulur, kağıda basılı nadide eserleri kütüphanelerimizden eksik etmeyelim. Kitap kurtları bilir, kitap kokusunun yerini hiç bir şey tutamaz! Öyle değil mi?

Bilimle Şifalanan Pergamon’a Selam Olsun!

Yamaçta kurulu Pergamon, aşağı kentte konumlanan ve adını sağlık tanrısı Asklepios’tan alan, antik dünyanın en önemli sağlık kentlerinden birine sahipti: “Asklepion”. Tıp bilimi ve eczacılık alanında ileriki çağlara kadar aktarılan bilimsel kuramların ve tedavi yöntemlerinin temellerinin atıldığı yerdir burası. Asklepion’un günümüze kalan kalıntıları M.S 2.yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yapılan düzenlemelere aittir.

Yamaç kent ile aşağı kent arasındaki bağlantıyı sağlayan yol antik dilde “Via Tecta”, yani “Kutsal Yol” adını taşır. Yaklaşık 1 kilometre uzunluğundaki bu yolun “kutsal alan giriş kapısı” (propylon)na kadarki kısmı, ilk inşa edildiği dönemde, hastaları olumsuz hava koşullarından korumak amacıyla üzeri tonozla örtülüdür.  Bugün de üzerinde yürürken sizi o çağlara götürecek güzellikteki sütunlu yol; esasen yolun son bölümüdür; İmparator Hadrianus döneminde düzenlenir. Bu alanın her iki tarafında hastaların şifa bulmasına yardımcı olacak türden adak ve eşyalar satılırdı.

Yolun başlangıcı aşağı kentin, Roma tiyatrosunun güney kanadına açılan ve halk arasında “Viran Kapı” olarak olarak adlandırılan büyük kemerli kapıdan yapılmaktaydı.  Hastalar burada “asklepiades” adlı rahip hekimlerce muayene edilir, ölümcül hastalar ve hamileler içeriye kabul edilmezdi. Rivayete göre bu giriş kapısı üzerinde “Bütün Tanrıların Kutsiyeti için Asklepion’a Ölüm Girmesi Yasaktır” yazısı yer almaktaydı.

Asklepion’da suyun şifaya karıştığı bir kutsal alan bulunduğundan söz edilir. Burada, uyku odalarında hastaların istihare uykusuna yatırılması, su sesi, çamur kürü, şifalı su, hacamat, açlık tokluk kürleri, terapi ve müzik dinletisi gibi çeşitli yöntemlerle hastalıkların tedavi edilmesi için çalışmalar yapılmıştır.

Antik dünyanın en ünlü tedavi merkezine ev sahipliği yapan Pergamon, “eczacılığın babası” olarak bilinen hekim Galenos’un da memleketidir. Galenos’un geliştirdiği iyileştirici yöntemler Asklepion’u çağdaşı olan Antik Yunanistan’ın Epidaurus ve Kos sağlık merkezleri arasında önemli bir konuma yükselmesine imkan tanır. Galenos’un yaşadığı döneme ait bir de “yılanlı sütun” efsanesi gelir günümüze: Asklepion’a gelen ve tedavi edilemeyen bir hastanın tapınağın kapısının önüne çıkarılması ve akrabalarına haber verilerek buradan alınmasına karar verilir. Kapının önüne bırakılan hasta, aynı kaseden içtikleri süte kusan iki adet yılan görür. Yılanlar sütün başında birbirleriyle tartışırken kasenin içindeki süte zehirlerini saçarlar. Ümitsiz hasta, kasedeki sütü içer ve olduğu yerde uykuya dalar. Hasta, bir süre sonra uyanır ve eskisinden daha dinç şekilde ayağa kalkar. Bu olay üzerine Galenos, kutsal alan meydanına aynı kaptan içtikleri süte kusan iki yılan kabartmasının yer aldığı sütunu diktirir.

Pergamon’da Hellenistik dönemde kurulan ve Roma döneminde önemi iyice artan Asklepion kült alanı ve tıp merkezinde yapılan araştırmalar modern tıp biliminin gelişimine hizmet etmiştir. Dönemin teşhis, tanı, tedavi ve ilaç bilgilerini içeren kitapları, ilerleyen dönemde İslam bilginleri tarafından tercüme edilerek Arapça çevirileriyle günümüze ulaşmıştır.

galenos, bergama, pergamonTarihteki kentlerin kuruluş öyküleri ve yaşam süreleri boyunca üstlendikleri misyonu düşündüğümde, antik Pergamon kentinin çağının çok ötesinde bir rolü üstlendiğini ve bu işin hakkını verdiğini gözlemliyorum. Yeryüzünün kültür birikimini sahiplenerek ülke toprakları üzerinde doğan bilime dair, sanata ve diğer tüm kültürel açılımlara hayat veren ne varsa ona ortam hazırlayan, destekleyen, geliştiren bir medeniyet benim burada gördüğüm. Kendi çağımda da görmek ve içinde yaşamak istediğim… Çocuklarımız için umut ettiğim…

Evet… Bergama gezimiz, tek bir makaleye sığmayacak kadar yoğun içerikte. Dolayısıyla burada cümlelerimi sonlandırıyorum. Yazımın kültür ve sanat temalı ikinci bölümü ile pek yakında burada olacağım.

Sevgiyle kalın… En çok da kitap sevgisiyle!

 

 

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Scroll to top
error: Content is protected !!