BURGAZADA VE BİR YAZAR

Günübirlik Gezi Rotaları-1

Bir Şiir Güzelliğinde..

Haziran ayında güneşli bir Pazar günü. Bostancı'dan Burgazada'ya yol alan motordayız. İstanbul'un kalabalık gündemi zihnimizi meşgul etmekte. Yazık.. Duygu-düşünce yoğunluğu yüzümüze kara sarı bir gölge düşürmüş... Biraz suskun, biraz dalgın seyrediyoruz etrafı.

Motor ilerledikçe ışık ışık oluyor denizin üstü. Tatlı bir esinti sonra... Ada rüzgarı dolanıyor saçlarımıza. Başımda bir hafifleme hissediyorum. Denizin mavisinden karşı kıyıda uzanan yeşilliğe bakan gözlerim, bu sıralar görüp görebileceği en dingin anda belki... Motor kıyıya yaklaşırken dudaklarımdan dökülen kelimeler sessizce rüzgara karışıyor... Burgazada, güzellik ve zarafet.

Merkeze bu kadar yakın bir yerleşimin doğal çehresini koruyarak bugüne, bizlere ulaşmış olması, şehrin karmaşasında kaybolan ruhlarda çölde serap görmek gibi bir his uyandırabilir. Zarafetle kıyıda uzanan bu doğal güzellik korunmaya, geleceğe taşınmaya layık harika bir kültür mirası ve biz İstanbullular'a emanet. Şükretmemek mümkün değil... Güzel bir Pazar günü olacak, hissediyorum.

Burgazada, adeta bir şiir gibi yazılmış denizin ortasına. Dildeki tüm tiz seslerden arınmış, yalın ve ağırbaşlı bir duruşta. Daha karasına ayak basmadan, güzelliğiyle beni şiir kitaplarına götüren bu ada, Peyami Safa'nın, “size yaşam enerjisi verecek kitaplar tavsiye ederim” sözünü getirdi aklıma. Burgazada'da geçireceğiniz bir gün, belki sadece birkaç saat yaşam dolmanız, tazelenmeniz, hayata dair yeni bir okuma yapmanız için fırsat sunuyor sanki.

Pyrgos'tan Burgaz'a...

Adanın tarihçesinin eski çağlara uzandığı bilinmektedir. Büyük İskender'in generali Demetrios'un babası Antigone adaya büyük bir kale yaptırır ve ada Antigoni adı ile anılmaya başlanır. İlerleyen dönemlerde ise önce Panormos (Güvenli Liman), ardından Yunanca'da “burç/kale” anlamını taşıyan Pyrgos ve son olarak Türklerin adaya hakimiyetiyle Burgaz adını alır.

Burgazada, Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde de detaylı şekilde tarif edilir: O dönemde adada yaşayan halkın Rum olduğu; 300 kadar bahçeli ev, tepedeki yalçın kayalar üzerine inşa edilmiş küçük bir kale ve kiliselerden söz edilir. Verimli toprakları, bağları, 'zengin' gemicileri ile 10 mil genişliğinde bir ada olduğu anlatılır.

Dünden Bugüne Burgazada'da..

Yüzölçümü küçük olmasına karşılık, Adalar tarihinde varlık gösteren, canlılığını koruyan bir yerleşim merkezi olagelmiştir Burgazada. Hristos ve Aya Yorgi Manastırları adanın köklerine inen, bugün de önemini koruyan yapılardır. Ada, engin çam ormanlarına sahip olması sebebiyle 1928 yılında kurulan sanatoryum ile Türkiye'de bir ilke ev sahipliği yapar. 1950'li yıllara değin adada Rum nüfus çoğunluğu oluşturur. Adanın ilk ve tek cami 1953 yılında inşa edilir.

“Özenli yapılaşma” Burgazada'nın günümüze kadar ulaşan belki de en çarpıcı özelliğidir. Bakımlı bahçeler içinde caddelere sıralanan eşsiz manzara seyirlerine sahip köşkler ve yalılar ziyaretçileri kendisine hayran bırakmaktadır.

Yanı sıra; Bayrak Tepe, Kalpazankaya, Mezarlık Burnu, Marta Koyu ve ada balıkçıları Burgazada'nın yaşayan değerleri olmayı sürdürmektedir. Adalı hayatın günlük rutininden sıcacık hikayeler yaratan Sait Faik Abasıyanık ise Burgazada'ya ve Türk edebiyatına değer katan eserleriyle özel bir yere sahiptir.

Adalı Bir Yazar: Sait Faik

“Şu ömrü mevsimlere benzetenler iyi etmişler doğrusu. Herkesin bir ilkbaharı, bir yazı, güzü, kışı oluyor işte.” diye yazar Sait Faik. Babasının vefatının ardından, annesi ile birlikte Burgazada'daki evlerinde yaşamaya başlar. Bir süre önce, farklı mesleki denemeleri geride bırakarak geçimini “sadece yazarak” sağlamaya karar vermiştir. Vasiyeti üzerine, vefatından sonra yaşadığı ev Darüşşafaka Cemiyeti tarafından müzeleştirilir.

Burgazada'da geçirdiğim bu ferah gün, müzeye adım atmamla birlikte harika bir hatıraya dönüştü benim için. Sait Faik öyküleriyle tanıştığımda orta okul yıllarımdaydım. Bugün, müzede gezerken, kitabında okuduğum satırlar canlandı sanki... Yazarın öykülerinde kendi içsel yolculuğundan ve yaşamından kesitler olduğunu gördüm: “Çocukluğumdan beri haritaya ne zaman baksam, gözüm hemen bir ada arar; şehir, vilayet, havali isimlerinden hemen mavi sahile kayar...” “Haritada ada görmeyeyim. İçimdeki dostluklar, sevgiler, bir karıncalanmadır başlayıverir.” “...İşte çocukluğumun ve ilk gençliğimin haritalarındaki adalar beni, sonunda bir gün özlediğim gibi bir adaya tesadüfen bırakıverdiler. Yaşım orta yaşı bulmuştu ama, nihayet asıl yuvama dönmüştüm.” (“Haritada Bir Nokta” adlı hikayeden) Bu yaşıma dek hep inanarak söylediğim bir şey var... Bence edebiyat hayattır!..

Sait Faik'in çalışma odasında, el yazması notları eşliğinde, bugün bir kez daha edebiyatı deneyimlemek nasip oldu. Çok etkilendim. “...İnsanlara ağır ağır sokulmaya çalışıyordum. Babadan kalma ev, anamın sayesinde gürül gürül işliyordu... Niyetim yazmak bile değildi. Balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.” “...Yapamadım. Koştum tütüncüye kalem, kağıt aldım. Oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” (“Haritada Bir Nokta” adlı hikayeden)

Şimdi, altı çizili satırlarıma bir kez daha göz attım. Güne yansıyan duyguları aktarmak için yazarın kendi cümlelerini sizlerle paylaşmaya devam  ediyorum...

“Eftalikus Kahvesi” adlı eserinde yazar, kendisine 'hikayeyi nasıl yazarsınız?' diye soran gence 'Bilmem' diye karşılık verir. 'İşte mesela şimdi bir hikaye yazıyorum. Hem ismini bile koydum'. Genç, hikayenin ismini sormayınca, yazar 'demediklerimi anlamış gibiydi' diye düşünür. Ardından 'işte hikayelerimi nasıl yazdığımı şimdilik merak eden dostum, yarın incir çekirdeğini doldurmayacak mevzuları yazan bir hikayecinin iyi bir hikayeci olmadığını yazacağına göre, bilmem hikayem oldu mu? Olmadıysa ne yapalım? Bizim hikaye anlayışımız da böyle efendim.” diyerek hikayeyi sonlandırır. Burgazada'ya yolu düşen herkese müzeyi gezmesini içtenlikle tavsiye ediyorum.

Vakit Adadan Ayrılma Vaktidir...

Burgazada sakinliği, doğayla başbaşa vakit geçirmek, şehir karmaşasından uzaklaşmak için İstanbullular'a harika bir şans tanıyor. Buraya İstanbul'un her iki yakasından da vapur ve deniz motorları ile saat endişesi duymadan kolayca ulaşım sağlanabiliyor.

Benim tercihim ve adaya gelecek tüm ziyaretçilere önerim, adayı yürüyerek gezmek yönünde. Çocuklu aileler için bisiklet ve scooterlar da eğlenceli bir seçenek olabilir. Rahat ayakkabılar seçmek akıllıca olacaktır. Mevsime göre, 'bir de ayağımı suya değdireyim' derseniz, şıpıdık terliklerinizi de yanınıza almayı unutmayın derim.

Sözü bitirirken, Burgazada'nın günübirlik bir gezinin çok daha ötesinde bir deneyim vaat ettiğini vurgulamak isterim. Tarihi, kültürü ve doğal güzellikleriyle bizim için değerli bir kültür mirası zenginliği Burgazada. Lütfen, koruyalım, yaşatalım ve çocuklarımıza armağan edelim! Çevrenin hor kullanımı o yıllarda da baş göstermiş olacak ki Sait Faik bizi “Son Kuşlar” eserinde uyarıyor: “Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı. Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler* göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi.”

Akşamüstü güneşi arkamıza aldık ve Bostancı kıyısına yanaşıyoruz. Başımda hafif ada meltemleri, yüzümde tebessüm... Adayı gezmek için bir haritaya ihtiyacınız olmayacak ama deniz kıyısında, belki manzara seyrinde, belki de 600 yıllık çınar ağacının gölgesinde size eşlik etmesi için Sait Faik öykü kitaplarından birini yanınıza almanızı öneririm. Ada ruhu bugün dahi onun eserlerinde yaşıyor! Benden söylemesi...

*Son Kuşlar adlı hikayede kuşlar, 'esmer lekeler' olarak tasvir ediliyor.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Scroll to top
error: Content is protected !!